2024-11-1020181300-1396N/AN/Ahttps://hdl.handle.net/20.500.14288/17437In application of the traditional principles of legal liability, the injured party is under the duty of proving that his/her loss is the result of the violation of a legal norm; he/she bears therefore the risk of doubt as to the causation. Under such approach, in case where the defendant’s act is only one of the possible causes of the loss sustained, request for compensation is fully rejected on the grounds of lack of proof of causation and the defendant’s act, which is often negligent, becomes free of legal consequences. In order to mitigate unfair situations to which the rule relating to proof of causation may lead, courts endeavour to develop solutions such as lowering the standard of proof of causation or reversing the burden of proof. Some legal systems, however, approach this problem from a different angle and ensure risk allocation between the parties through redefinition of concept of compensable loss. This approach, which has been applied for a long time by French and English courts, relies on recognition of the chance to achieve a certain positive result or to avoid a certain negative result as an item of property in itself. As a result, in case where whether a person has caused the final damage cannot be determined in application of the rules relating to the proof of causation, such person can still be held liable for the loss of chance that he/she has definitely caused. Nevertheless, loss of chance theory, which is also recognized by UNIDROIT Principles is not adopted by German and Swiss laws, on the grounds that such theory would not be consistent with the concept of loss accepted in these legal systems. In this paper we will attempt to interrogate on the resaons of such differences towards compensation of loss of chance among different legal systems and whether such theory could receive application in Turkish law. / Öz: Sorumluluk hukukunun geleneksel ilkeleri tahtında belirli bir zararın, bir hukuk normunun ihlalinden doğmuş olduğunun ispatı zarar görenden beklenmekte, böylece nedensellik bağına ilişkin şüphenin riski zarar görene yükletilmiş olmaktadır. Bu yaklaşım, zarara yol açmış olma ihtimali olan etmenlerden sadece birinin davalının eylemi olduğu hallerde, nedensellik bağının ispat edilememesi halinde zarar görenin tazminat talebinin tamamen reddedilmesine ve böylece davalının çoğunlukla kusurlu olan eylemine hukuki sonuç bağlanamamasına yol açmaktadır. İspat yüküne ilişkin kuralın katılığının yol açtığı adaletsizlikleri törpülemek için yargı organlarınca ispat standardının düşürülmesi ve ispat yükünün yer değiştirilmesi gibi çözümler geliştirilmeye çalışılmaktadır. Bazı hukuk sistemleri ise soruna başka bir açıdan bakmakta ve taraflar arasındaki risk dağılımını tazmin edilebilir zararı yeniden tanımlamak suretiyle gerçekleştirmektedirler. Fransız ve İngiliz mahkemelerinde uzun süredir kabul gören bu anlayış, kişilerin belirli bir olumlu sonuca ulaşma veya bir olumsuz sonuçtan kaçınma yönünde sahip olduğu şansın başlı başına bir malvarlığı değeri olarak tanımlanması esasına dayanmaktadır. Böylece nihai zarara sebebiyet verip vermediği, nedensellik bağının ispatına ilişkin kurallara göre belirlenemeyen kişinin, bir şansın kaybına yol açmış olduğunun kesin olarak belirlenmesi kendisi için tazminat borcu doğmasına sebep olmaktadır. UNIDROIT İlkeleri’nde de kendine yer bulan şans kaybı teorisi, Alman ve İsviçre hukuklarında ise bu hukuk sistemlerinde kabul gören zarar kavramı ile uyumlu olmadığı gerekçesiyle benimsenmemektedir. Bu çalışmada farklı hukuk sistemlerinde şans kaybının tazminine ilişkin bu yaklaşım farklılığının nereden ileri geldiği ve bu teorinin Türk hukukunda uygulanma imkanının olup olmadığı soruları irdelenmeye çalışılacaktır.Turkish lawObligations of lawLiabilityCompensationTürk hukukuBorçlar hukukuSorumlulukTazminatŞans kaybının tazminiJournal Article1503