Publications with Fulltext

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/20.500.14288/6

Browse

Search Results

Now showing 1 - 3 of 3
  • Thumbnail Image
    PublicationOpen Access
    Do dividend distributions and dividend commitments of a target company violate the prohibition of financial assistance (TCC Article 380/1)?
    (İstanbul Üniversitesi Yayınevi, 2018) Paslı, Ali; Veziroğlu, Cem; Faculty Member; Law School; 265198
    Pursuant to Turkish Commercial Code ("TCC") Article 380 paragraph 1, "[L]egal transactions concluded between the company and another person for acquisition of its shares and the subject of which is granting of advance, loan or security, shall be null and void." According to this provision, a public company cannot provide financial assistance to a third party with a view to acquiring its shares. This article examines a target company's dividend payout or commitment to its buyer (who would be a shareholder following an acquisition of the target company's shares) that is financed by a bank loan or from its retained earnings (i.e., without using any external source). We ask whether use of such funds in acquisition finance constitute "financial assistance" in the meaning of TCC 380/1. According to TCC, the prohibition of financial assistance applies only if three conditions exist cumulatively: (1) There must be an acquisition of shares; (2) there must be a financial assistance transaction, and (3) financial assistance must be made for the acquisition of shares. Therefore, the aforementioned transactional mechanism must be filtered through these three conditions. In our view, dividend payouts or commitments to the buyer following her share acquisition does not violate the prohibition of financial assistance, regardless of whether such amount is funded by a bank loan or the company's retained earnings. Using profits distributed by the target company in order to finance the acquisiton of the target company's shares makes no differrence according to our analysis. It is also possible that a commitment may be given for the target company's dividend payout in certain periods and for certain amounts in order to ensure repayment of the credit provided for the acquisition. The obligor of the said commitment may be the buyer or the target company (as a legal entity). If the target company is the obligor, the consequences for violating the commitment will vary according to the modality of the undertaking. Nonetheless, we believe that the target company's dividend payout must be made in compliance with the rules and procedures laid down by the TCC and by the company's articles of association. Otherwise, in addition to sanctions with respect to distribution of profit (TCC 512), the prohibition of financial assistance may step in. Hence, both the general assembly's resolution towards dividend payout and the payment of dividend (act of disposal) may be considered null and void regardless of whether the buyer's receipt of the dividend was wrongful and in bad faith. / 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (“TTK”) 380. maddesinin 1. fıkrası uyarınca “[P]aylarının iktisap edilmesi amacıyla, şirketin başka bir kişiyle yaptığı, konusu avans, ödünç veya teminat verilmesi olan hukuki işlemler batıldır”. Anılan hüküm, payları üçüncü kişi tarafından iktisap edilen anonim ortaklığın alıcıya finansal yardımda bulunmasını yasaklamaktadır. İşbu makalede incelediğimiz husus hedef anonim ortaklığın bir bankadan kredi temin etmesinin ardından söz konusu meblağı, yahut dış finansman kullanmaksızın birikmiş kârını, şirketin paylarını iktisap ederek pay sahibi sıfatını kazanan alıcıya kâr dağıtımı yoluyla aktarması ve bu kaynağın devralma işleminin finansmanında kullanılmasının TTK 380/1 anlamında “finansal yardım” sayılıp sayılmayacağıdır. Finansal yardım yasağının uygulama alanı bulabilmesi için şu üç şartın bir arada bulunması gerekmektedir. Bunlar; (1) pay iktisabı, (2) finansal yardım işlemi ve (3) finansal yardımın alıcının pay iktisabı amacıyla yapılmasıdır. O halde yukarıda açıklanan işlem örgüsü de bu üç şartın süzgecinden geçirilmelidir. Kanımızca bir bankanın anonim ortaklığa kredi temin etmesi ve söz konusu kredinin, anonim ortaklığın paylarını iktisap ederek pay sahibi sıfatını kazanan alıcıya kâr dağıtımı yoluyla aktarılması, yahut zaten hedef şirketin malvarlığına dâhil olan mevcut kaynağın kâr dağıtımı suretiyle alıcıya tahsis edilmesi TTK 380/1’de düzenlenen finansal yardım yasağının kapsamına girmemektedir. Ulaştığımız bu sonuç açısından, hedef şirketin nakit ihtiyacı sebebiyle bankanın sağlayacağı kredi neticesinde hedef şirketin dağıtacağı kârın, yine hedef şirketin paylarının iktisabı amacıyla kullanılacak olması da hiçbir fark yaratmamaktadır. Aynı şekilde, hedef şirketin paylarının iktisabının ve bunun finansmanı için sağlanan kredinin geri ödenmesini teminen, hedef şirketin belirli süreler içinde ve belirli oranlarda kâr dağıtımı yapacağına dair bir taahhüdün verilmiş olması da mümkündür. Söz konusu taahhüdün yükümlüsü alıcı olabileceği gibi, hedef şirket tüzel kişiliği de olabilir. Yükümlülüğün şirket üzerinde olması şeklindeki ikinci ihtimalde taahhüde aykırılığın sonuçları, taahhüdün veriliş şekline göre değişiklik gösterecektir. Ancak bunun için, hedef şirket nezdinde yapılacak kâr dağıtımının TTK ve esas sözleşmede öngörülen usul ve esaslara riayet edilerek gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Aksi hâlde hedef şirket tarafından pay sahibine yapılacak malvarlığı aktarımına ilişkin kâr dağıtımını düzenleyen hükümlerde öngörülen yaptırımlara (TTK 512) ek olarak, finansal yardım yasağının da uygulanması riski doğabilecektir. Keza bu durumda pay sahibi konumundaki alıcının, kâr payını haksız yere ve kötü niyetle alıp almadığına bakılmaksızın, hem genel kurulun kâr payı dağıtım kararı hem de tasarruf işlemi niteliğindeki hedef şirketin temettü ödeme işlemleri kesin hükümsüz sayılabilecektir.
  • Thumbnail Image
    PublicationOpen Access
    Legal position of third party in transfer of indirect possession by an agreement between transferor and transferee compared to lessee in case of transfer of leased property
    (İstanbul Üniversitesi Yayınevi, 2021) N/A; Karaşahin, Yasin Alperen; Law School; 257378
    In Turkish and Swiss law, if a bailee (third party) is in possession based on a legal relationship with the bailor, the bailor (transferor) can transfer the indirect (constructive) possession by an agreement with the transferee without the consent of the third-party bailee. The Turkish Civil Code (CC) - like the Swiss Civil Code - contains some provisions intended to prevent any negative effect from such an agreement on the interests of the third party. First, the transfer of indirect possession by agreement between transferor and transferee has no legal effect on the third party until that party is notified by the transferor (Article 979/11 of Turkish Civil Code [CC]). This period of ineffectiveness ends upon notice to the third party. However, the third party can refuse delivery to the transferee based on the same defenses that could be invoked against the transferor (Article 979/III CC). Contrary to the prevailing view in Turkish and Swiss literatures, this study argues that the above-referenced provision allows the third party to invoke defenses based on personal rights besides those based on property rights. However, this provision is only applicable to the transfer of indirect possession of chattel. In contrast to a recent opinion in Swiss literature, notice of the transfer does not cause the transferee to become a new party to the legal relationship between the original third-party bailee and transferor. Turkish and Swiss law includes only a provision about lease contracts to that effect. This provision is applicable with regard to the lease of personal and real property. However, in contracts for the lease of chattels, Article 979/III CC, as interpreted in this study, would have been sufficient to protect the lessee's interests without a disproportionate interference in the freedom of contract. / Türk ve İsviçre hukuklarında, zilyetliğin havalesi, özel bir hukukî ilişkiye dayanarak eşyaya zilyet olan üçüncü kişinin rızası aranmaksızın, devreden ile devralan arasında yapılan bir sözleşme ile devralana dolaylı zilyetlik kazandırılması imkânını yaratmaktadır. Üçüncü kişinin rızası olmaksızın yapılan bu işlemin onun menfaatlerini ihlâl etmemesi için kanunda bazı düzenlemeler yer almaktadır. Türk Medenî Kanunu’nun 979. maddesinin 2. fıkrasına göre, zilyetliğin havalesi, üçüncü kişiye devreden tarafından bildirilmesinden önce üçüncü kişi açısından hüküm ve sonuç doğurmamaktadır. Bu hüküm ile öngörülen nisbî etkisizlik, üçüncü kişiye yapılan bildirim ile sona ermektedir; dolayısıyla üçüncü kişiye geçici bir koruma sağlamaktadır. Türk Medenî Kanunu’nun 979. maddesinin 3. fıkrasına göre, üçüncü kişi devredene karşı ileri sürebildiği savunmalara dayanarak eşyayı devralana teslimden kaçınabilir. Türk ve İsviçre oktrinlerinde hâkim olan görüşün aksine, bu hüküm aynî hakka dayanan savunmaların yanında şahsî (nisbî) hakka dayanan savunmaların da devralana ileri sürülmesine imkân vermektedir. Söz konusu düzenleme, hükmün sözünde açıklık olmasa da, sadece taşınırlar üzerinde devralana aynî hak kazandırılması için zilyetliğin devri gereken hâllerde uygulanmalıdır. İsviçre doktrininde savunulan yeni görüşün aksine, zilyetliğin havalesinin bildirimi üzerine, üçüncü kişi ile devreden arasındaki ilişkide devredenin yerini devralanın alması söz konusu değildir. Türk ve İsviçre hukuklarında, kira sözleşmesinin kurulmasından sonra kiralananın devri durumunda, devreden yerine devralanın kiraya veren olması yönünde açık bir düzenleme yer almaktadır. Bu düzenleme kiralananın taşınır veya taşınmaz olması açısından bir fark getirmemektedir. Bu makalede savunulan görüşe göre, kira sözleşmesine dair özel hüküm olmasaydı bile, kiralanan taşınırın mülkiyetinin zilyetliğin havalesi ile devri durumunda üçüncü kişi (kiracı) kiralananı kira süresinin sonuna kadar teslimden kaçınabilirdi. Bu nedenle, taşınır kiraları açısından kiralananın devrine dair özel düzenleme, kiracının irade serbestîsine ölçüsüz bir müdahale teşkil etmektedir.
  • Thumbnail Image
    PublicationOpen Access
    Legal status of animals with regards to the distinction between persons and things
    (İstanbul Üniversitesi Yayınevi, 2018) Çelebi, Özgün; Faculty Member; Law School; 261801
    Our need for using and controlling animals has traditionally led to the classification of animals as things, namely as objects, and not subjects of rights. Nevertheless, consequently to the development of scientific data as to animal sentience, our relationship with animals has evolved in parallel to our awareness regarding their peculiarities as living beings, and legal norms have begun to reflect this evolution. Rules that target protection of animals for the sake of their own interests and expose them to a different regime than other things have gradually expanded and animals have been dragged to a sui generis legal status. Comprehension of the legal effect of such rules and determination of the direction in which the animal law should proceed requires re-evaluation of the legal status of animals with regards to the distinction between persons and things, one of the summa divisio of our private law system. Exposure of the legal landscape regarding animals in modern law systems and quest of the most appropriate solution will lead to the interrogation upon the traditional relationship between the concepts of subject and object of rights, which may have importance also with respect to other living beings, embryos, corpses or artificial intelligence. / Hayvanları kullanma ve kontrol etme yönündeki ihtiyaçlarımız, onların öteden beri eşya olarak, başka bir deyişle hakların öznesi değil, konusu olarak sınıflandırılmalarına sebep olmuştur. Bununla beraber, hayvanların hissetme yetisine ilişkin bilimsel verilerin gelişmesi ile, hayvanlarla ilişkilerimiz onların da birer canlı varlık olmaları bilincine paralel olarak evrilmiş, hukuk kuralları da bu evrimi yansıtır hale gelmiştir. Hayvanları kendi menfaatleri için koruma amacını güden ve onları diğer eşyalardan farklı bir hukuki rejime tabi tutan normlar, hukuk sistemlerinde gittikçe daha fazla yaygınlık kazanmakta, hayvanlar, kendine özgü bir hukuki statüye doğru itelenmektedir. Gerek yapılmış olan düzenlemelerin hukuki etkisinin anlaşılması, gerekse hayvan hakları hukukunun ne yönde evrilmesi gerektiği sorusunun cevaplandırılması, hayvanların hukuki statüsünün, özel hukuk sistemimizin temel ayrımlarından biri olan kişi ve eşya ayrımı çerçevesinde yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Hayvanların statüsü açısından çağdaş sistemlerde oluşan hukuki tablonun ortaya konulması ve en yerinde olan çözümün arayışı, bizi, diğer canlı varlıklar, embriyo, kadavra, yapay zeka gibi sorunsallar açısından da önem taşıyan, hak öznesi ile hak nesnesi arasındaki geleneksel ilişkiyi de sorgulamaya götürecektir.