Publications with Fulltext

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/20.500.14288/6

Browse

Search Results

Now showing 1 - 4 of 4
  • Thumbnail Image
    PublicationOpen Access
    Preliminary results of a new intercalary modular endoprosthesis for the management of diaphyseal bone metastases
    (Turkish Joint Diseases Foundation, 2021) Göker, Barlas; Tokgözoğlu, Mazhar; İnan, Ulukan; Özkan, Korhan; Çolak, Tahsin Sami; Ayvaz, Mehmet; Büyükdoğan, Kadir; Aslan, Lercan; Deveci, Mehmet Ali; Doctor; Faculty Member; Faculty Member; School of Medicine; Koç University Hospital; N/A; N/A; 206311
    Objectives: this study aims to evaluate functional outcomes of patients and to analyze complication rates of modular intercalary endoprosthetic reconstruction after resection of metastatic diaphyseal bone lesions. Patients and methods: between December 2017 and February 2020, 22 patients (15 males, 7 females; median age: 64.2 years; range, 49 to 91) who underwent reconstruction with modular intercalary endoprostheses for metastatic bone tumors at five different centers were retrospectively analyzed. Age, sex, diagnosis, follow-up duration, previous treatments of patients, and resection lengths were recorded. The Musculoskeletal Tumor Society Scores (MSTS) were used to assess functional status of available patients at the final follow-up. Failures were categorized according to the Henderson classification. Results: locations of the resected tumors included 10 humeri (45.5%), five tibiae (22.7%), and seven femurs (31.8%). The length of the resected tissues ranged from 35 mm to 180 mm. Seven patients (31.8%) died of disease, and one patient died of pneumonia within follow-up period. The functional outcomes of surviving patients were satisfying with a median MSTS score of 86.9% (range, 70 to 100%) at a median follow-up of 17 months (range, 8 to 26). There were two cases of type II (9%), one cases of type IIIa (4.5%), two cases of type IIIb (9%), and one case of type IV (4.5%) failure. Complications were most commonly observed in tibial reconstructions. Conclusion: the good short-term functional results were achieved in surviving patients. Uncomplicated patients were able to perform daily living activities without limitations. The overall rate of complications was relatively low and, among them, mechanical problems were the most commonly encountered problems.
  • Thumbnail Image
    PublicationOpen Access
    The role of endobronchial ultrasonography elastography for predicting malignancy
    (Bayçınar Tıbbi Yayıncılık ve Reklam Hizmetleri, 2020) Çağlayan, Benan Niku; İliaz, Sinem; Bulutay, Pınar; Armutlu, Ayşe; Uzel, Fatma Işıl; Öztürk, Ayşe Bilge; Faculty Member; Doctor; Teaching Faculty; Teaching Faculty; Faculty Member; School of Medicine; Koç University Hospital; 230719; 168584; 133565; 133567; N/A; 147629
    Background: this study aims to investigate the role of endobronchial ultrasonography elastography in predicting malignancy. Methods: between January 2016 and December 2016, a total of 221 lymph nodes were biopsied using the endobronchial ultrasonography-guided transbronchial needle aspiration from 119 consecutive patients (69 males, 50 females; mean age 63.2±12.4 years; range, 16 to 86 years) were included. Lymph nodes were scored by elastography according to their colors in four categories before the procedure. The strain ratio was calculated based on the region of interest after three measurements. Results: of the patients, 93 were diagnosed with a malignancy through endobronchial ultrasonography-guided transbronchial needle aspiration biopsy. The mean lymph node score of benign versus malignant lesions was 2.2±1.0 and 3.2±1, respectively (p<0.001). There was a positive correlation between the lymph node scores and lymph node diameter, strain ratio, and fluorodeoxyglucose uptake value (p<0.01). With a cut-off value of ?3 of lymph node scoring, the sensitivity for malignancy was 79% and specificity was 60%. The mean strain ratio for malignant and benign lymph nodes was 22.2±30.1 and 5.2±1.7, respectively (p<0.001). With a cut-off value of ?2.47 of strain ratio, the sensitivity for malignancy was 75% and specificity was 65%. The combined use of positron emission tomography and lymph node score or strain ratio yielded 80.4% and 61.2% sensitivity and 80% and 70.3% specificity for malignancy, respectively. Conclusion: endobronchial ultrasonography elastography is useful in predicting malignancy of the lymph nodes. When combined with positron emission tomography, specificity and positive predictive value for malignancy increase. / Amaç: bu çalışmada endobronşiyal ultrasonografi elastografinin maligniteyi öngörmedeki rolü araştırıldı. Çalışma planı: Ocak 2016 - Aralık 2016 tarihleri arasında, endobronşiyal ultrasonografi eşliğinde transbronşiyal iğne aspirasyon biyopsisi ile 119 ardışık hastadan (69 erkek, 50 kadın; ort. yaş 63.2±12.4 yıl; dağılım 16-86 yıl) toplam 221 lenf nodu çalışmaya alındı. Lenf nodları işlem öncesinde elastografi ile renklerine göre dört kategoride skorlandı. Gerginlik oranı, üç ölçüm sonrasında ilgili bölgeye göre hesaplandı. Bulgular: hastaların 93""üne endobronşiyal ultrasonografi eşliğinde transbronşiyal iğne aspirasyon biyopsisi ile malignite tanısı konuldu. Benign ve malign lenf nodlarının ortalama skoru sırası ile 2.2±1.0 ve 3.2±1 idi (p<0.001). Lenf nodunun skoru ve lenf nodunun çapı, gerginlik oranı ve florodeoksiglukoz alım değeri arasında pozitif bir ilişki vardı (p<0.01). Lenf nodu skorunun ?3""lük eşik değeri ile malignite için duyarlılık %79 ve özgüllük %60 idi. Malign ve benign lenf nodlarının ortalama gerginlik oranı sırası ile 22.2±30.1 ve 5.2±1.7 idi (p<0.001). Gerginlik oranının ?2.47""lik eşik değeri ile malignite duyarlılığı %75 ve özgüllüğü %65 idi. Pozitron emisyon tomografisi ve lenf nodu skoru veya gerginlik oranı birlikte kullanıldığında, malignite duyarlılığı sırası ile %80.4 ve %61.2 ve özgüllüğü %80 ve %70.3 idi. Sonuç: endobronşiyal ultrasonografi elastografi, lenf nodu malignitelerini öngörmede yararlıdır. Pozitron emisyon tomografisi ile birlikte kullanıldığında, malignite özgüllüğü ve pozitif öngördürücü değeri artar.
  • Thumbnail Image
    PublicationOpen Access
    Extreme living donation: a single center simultaneous and sequential living liver-kidney donor experience with long-term outcomes under literature review
    (Bilimsel Tıp Yayınevi, 2021) Yankol, Yücel; Acarlı, Koray; Karataş, Cihan; Kanmaz, Turan; Koçak, Burak; Kalayoğlu, Münci; Faculty Member; Faculty Member; School of Medicine; Koç University Hospital; N/A; N/A; 220671; N/A
    Objective: living liver and kidney donor surgeries are major surgical procedures applied to healthy people with mortality and morbidity risks not providing any direct therapeutic advantage to the donor. In this study, we aimed to share our simultaneous and sequential living liver-kidney donor experience under literature review in this worldwide rare practice. Material and methods: between January 2007 and February 2018, a total of 1109 living donor nephrectomies and 867 living liver donor hepatectomies were performed with no mortality to living-related donors. Eight donors who were simultaneous or sequential living liver-kidney donors in this time period were retrospectively reviewed and presented with their minimum 2-year follow-up. Results: of the 8 donors, 3 of them were simultaneous and 5 of them were sequential liver-kidney donation. All of them were close relatives. Mean age was 39 (26-61) years and mean BMI was 25.7 (17.7-40). In 3 donors, right lobe, in 4 donors, left lateral sector, and in 1 donor, left lobe hepatectomy were performed. Median hospital stay was 9 (7-13) days. Two donors experienced early and late postoperative complications (Grade 3b and Grade 1). No mortality and no other long-term complication occurred. Conclusion: expansion of the donor pool by utilizing grafts from living donors is a globally-accepted proposition since it provides safety and successful outcomes. Simultaneous or sequential liver and kidney donation from the same donor seems to be a reasonable option for combined liver-kidney transplant recipients in special circumstances with acceptable outcomes. / Giriş ve amaç: canlı karaciğer ve böbrek verici ameliyatları tamamen sağlıklı bireylere uygulanan cerrahi işlemlerdir. Bu cerrahiler vericiye doğrudan bir faydası olmayan, ölüm ve komplikasyon riski taşıyan büyük bir işlemdir. Bu çalışmamızda dünya genelinde çok yaygın olmayan eş zamanlı veya birbirini takip eden canlı karaciğer ve böbrek verici ameliyatı deneyimimizi literatür irdemesi ile birlikte paylaştık. Gereç ve yöntem: Ocak 2007-Şubat 2018 tarihleri arasında merkezimizde, alıcısı ile yakınlık ilişkisi olan vericilere toplam 1109 canlı böbrek verici ameliyatı ve 867 canlı karaciğer verici ameliyatı verici kaybı yaşanmadan gerçekleştirilmiştir. Bunlardan eş zamanlı veya birbirini takip edecek şekilde canlı karaciğer ve böbrek verici ameliyatı olan 8 verici minimum 2 yıllık takipleri ile incelenmiştir. Bulgular: bu 8 vericiden 3 tanesi eş zamanlı ve 5 tanesi birbirini takip edecek şekilde canlı karaciğer ve böbrek verici ameliyatı olmuşlardır. Hepsi alıcının yakın akrabasıydı. Ortalama yaş 36 (26-61) ve ortalama BMI 25,7 kg/m (17,7-40) idi. Vericilerden 3’üne sağ lob verici hepetektomisi, 4’üne verici sol lateral sektör hepatektomisi ve 1’ine sol lob verici hepetektomisi gerçekleştirilmiştir. Median hastanede kalış süresi 9 (7-13) gündü. Vericilerden 2’sinde erken dönemde komplikasyon gelişmiştir (Dindo Grade 3b ve Grade 1). Verici ölümü ve başka bir geç dönem komplikasyonu gelişmiştir. Sonuç: verici havuzunun genişletilmesinde canlı vericilerin güvenli olarak başarılı sonuçlar ile kullanılması dünya genelinde kabul görmektedir. Aynı vericinin eş zamanlı veya takip eden ameliyatlar ile karaciğer ve böbrek vericisi olması özel durumlarda kombine karaciğer ve böbrek alıcıları için güvenli bir seçenek olabilmektedir.
  • Thumbnail Image
    PublicationOpen Access
    The comparison of pleurodesis effects of iodopovidone at different concentrations and magnesium silicate: an experimental study
    (Bayçınar Tıbbi Yayıncılık ve Reklam Hizmetleri, 2021) Zorlu, E.; Kür, S.; Pekcan, Z.; Günal, N.; Dural, K.; Özpolat, B.; Atasoy, Pınar; Koç University Hospital
    Background: this experimental study aims to investigate the pleurodesis effects of iodopovidone at different concentrations (2% and 4%) and sterile talc in a rat model. Methods: forty male Wistar Albino rats were randomly divided into four equal groups including 10 rats in each group. Groups 1, 2, and 3 were designed as the study, and Group 4 as the control group. In Group 1, 4 g sterile talc was given in the slurry form at 20 mL 0.9% saline solution, in Group 2 and Group 3 10% iodopovidone solution were given at 4% and 2% concentrations, respectively, and in Group 4, 0.9% saline was only administrated as 3 mL into the pleural space. All rats were sacrificed on Day 30 and evaluated for macroscopic and microscopic examination. Microscopic evaluation was performed for alveolar collapse, alveolar hemorrhage, alveolar infiltration and fibrosis. Brain, liver, and kidney tissues were also examined. Results: Iodopovidone macroscopically caused a significant adhesion similar to sterile talc at a concentration of 4%. The pleurodesis effect of iodopovidone at a concentration of 4% was significantly similar to talc, when microscopic parameters were evaluated. Granulomas due to sterile talc were observed in the opposite hemithorax. Brain, liver, and kidney examinations revealed no systemic distribution for both agents. Conclusion: iodopovidone is a powerful alternative to sterile talc with its easy accessibility and low cost. In this study, 4% iodopovidone was found to provide effective and safe pleurodesis in rats. We believe that the use of this concentration in clinical studies would provide more effective results. / Amaç: bu deneysel çalışmada bir sıçan modelinde iodopovidonun farklı konsantrasyonlarının (%2 ve %4) ve steril talkın plörodez etkileri araştırıldı. Ça¬lış¬ma pla¬nı: kırk erkek Wistar Albino sıçan, her grupta 10 sıçan olacak şekilde rastgele dört eşit gruba ayrıldı. Grup 1, 2, 3 çalışma grubu ve Grup 4 kontrol grubu olarak belirlendi. Grup 1’e 4 g steril talk 20 mL %0.9 serum fizyolojik ile bulamaç haline getirilerek verildi; Grup 2 ve Grup 3’e %10 iodopovidon solüsyonu sırasıyla %4 ve %2 konsantrasyonlarında verildi ve Grup 4’e %0.9 serum fizyolojik 3’er mL olacak şekilde plevral aralığa uygulandı. Sıçanlar 30. günde sakrifiye edilerek, makroskobik ve mikroskobik inceleme yapılmak üzere değerlendirildi. Mikroskobik değerlendirme alveoler kollaps, alveoler hemoraji, alveoler infiltrasyon ve fibrozis açısından yapıldı. Beyin, karaciğer ve böbrek dokuları da incelendi. Bulgular: iodopovidon %4 konsantrasyonda makroskobik olarak steril talka benzer şekilde önemli yapışıklığa neden oldu. İodopovidonun %4 konsantrasyonda plörodez etkisinin de, mikroskobik parametreler değerlendirildiğinde, anlamlı şekilde talka benzer olduğu görüldü. Karşı hemitoraksta steril talka bağlı granülomlar izlendi. Beyin, karaciğer ve böbrek incelemelerinde her iki ajanın da sistemik yayılımı görülmedi. So¬nuç: iodopovidon kolay ulaşılabilir olması ve maliyetinin düşük olması nedeniyle steril talka güçlü bir alternatiftir. Bu çalışmada, %4’lük iodopovidonun sıçanlarda etkili ve güvenli bir plörodez sağladığı görüldü. Klinik çalışmalarda bu konsantrasyonun kullanımının daha etkin sonuçlar sağlayacağını düşünmekteyiz