Research Outputs
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/20.500.14288/2
Browse
591 results
Search Results
Publication Metadata only A case of Burkitt’s lymphoma mimicking peritonitis carcinomatosa(Turkish Society of Hematology, 2020) Örnek, Serdar; Tecimer, Tülay; Büyüktaş, Deram; Ferhanoğlu, Ahmet Burhan; Doctor; Faculty Member; School of Medicine; School of Medicine; N/A; 18320N/APublication Open Access A diagnostic challenge: risk factors and surgical treatment of laryngeal chondroradionecrosis(Aves, 2022) Başaran, Bora; Doruk, Can; Çaytemel, Berkay; Şen, Cömert; Aslan, İsmet; Ünsaler, Selin; School of Medicine; 167909Objectives: thirteen cases of laryngeal chondroradionecrosis unresponsiveto conservative treatment and treated with laryngectomy were presented with an analysis of possible risk factors. Methods: retrospective analysis of 13 patients operated on for chondroradionecrosis was made. Characteristics of the primarytumor, chondroradionecrosis grade, number of biopsies needed to rule out recurrence, and laryngectomy indications were analyzed. The possible predisposing factors such as alcohol and tobacco use and other major chronic diseases were investigated. Results: all of the patients had a history of smoking. The most common comorbidity was hypertension (46.2%), followed by chronic obstructive pulmonary disease (23.1%). The onset of symptoms was documented within the 10 monthsfollowing the radiation therapy in 12 of the patients (93.3%) and 12 years after the primary radiation therapy in 1 patient. Asthe most common symptom, fetor oris was observed in all of the patients, followed by dysphagia (69.2%), hoarseness (61.5%), pain (53.8%), dyspnea (46.2%), and necrotic fistula formation in the anterior neck (15.4%) consecutively. Tumor suspicion (84.6%) was the most common indication for laryngectomy followed by chronic aspiration or feeding disorder (61.5%). Twelve patients were treated with total and 1 with supraglottic laryngectomy. Pectoralis major muscle flap was used in all of the patients for pharyngeal reconstruction or protection against salivary fistula. Conclusion: diagnosis of chondroradionecrosis is challenging, and tumor recurrence should always be kept in mind. Patients must be informed about the possibility of chondroradionecrosis complications including laryngectomy. Introduction: chondroradionecrosis is a rare and the most severe complication of radiation therapy for laryngeal carcinoma.Publication Metadata only A feminist response against impunity in gender based violence: whom the presumption of innocence protects?(Yeditepe Üniversitesi, 2021) Sönmezocak, Ezel Buse; PhD Student; Law School; N/AThe biggest problem that women experienced in gender based violence cases is systematic impunity. Statistics proves that the ratio of decision of conviction in every 1000 gender based violence incidents is only 0.7% in Turkey. As a reaction to impunity and re-victimization of woman during legal proceeding, feminists started to raise their voice and tried to find possible ways of feminist interventions in the field of procedural law of sexual offences. Accordingly, in the early 2000s, feminists in Turkey who demand an effective investigation free from sexist bias, have been united around the principle named “woman’s account is essential” by saying that woman’s statement should be taken as the basis during the whole stages of criminal trial in sexual offences. However, the principle of “women’s account is essential” is constantly objected both in doctrine as well as judiciary on the grounds that it breaches the presumption of innocence, mainly on the grounds that it reverses the burden of proof. In this study, it is presented that such objection is delusive in many aspects by mainly using the Robert Alexy’s legal theory and Catharine MacKinnon’s feminist legal theory. In this light, it is analysed what those two principles really are, including the motives and historical origins behind them. Then, the legal character of the presumption of innocence is discussed under mostly Alexy’s legal theory with its theoretical aspects as well as legal interpretations in comparative law. Lastly, it is argued that the presumption of innocence actually has to be balanced in favour of factual equality, under the Alexy’s theory of constitutional rights and Mackinnon’s feminist theory. / Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet vakalarında kadınların yaşadığı en büyük sorun cezasızlıktır. İstatistikler, Türkiye'de her 100 toplumsal cinsiyete dayalı şiddet vakasında mahkumiyet kararı oranının sadece %0,7 olduğunu kanıtlamaktadır. Türkiyeli feministler, özellikle 2000’li yılların başlarında yoğunlaşan tartışmalar sonucu cinsel şiddet yargılamalarındaki sistematik cezasızlık kültürüne ve yargılamalarda yaşanan ikincil mağduriyetlere bir tepki olarak seslerini yükseltmiş ve cinsiyetçi kalıp yargılardan azade etkili bir soruşturma talebiyle cinsel şiddet vakalarında “kadının beyanı esastır” ilkesini ortaya koymuştur. Ne var ki “kadının beyanı esastır” ilkesi hem doktrinde hem de yargı pratiğinde özellikle ispat yükünün yer değiştirmesine neden olduğu ve masumiyet karinesini ihlal ettiği gerekçesiyle itirazlarla karşılaşmaktadır. Bu çalışma, “kadının beyanı esastır” ilkesine getirilen itirazları özellikle Robert Alexy'nin hukuk teorisi ve Catharine MacKinnon’un feminist hukuk teorisi çerçevesinde incelemektedir. Bu bağlamda çalışmada ilk olarak “kadının beyanı esastır” ilkesinin ve masumiyet karinesinin gerçekte ne olduğu, bu ilkelerin ortaya çıkışında etkili olan tarihsel kökenler de dahil olmak üzere analiz edilmektedir. Daha sonra, masumiyet karinesinin hukuki niteliği çoğunlukla Alexy'nin hukuk teorisi bağlamında teorik yönleri ile incelenmekte ve pratikte de ilkenin karşılaştırmalı hukuktaki yorumları ele alınmaktadır. Çalışmada son olarak, masumiyet karinesinin, Alexy'nin anayasal haklar teorisi ve Mackinnon’un feminist teorisi ışığında sınırsız bir hak olmadığı ve bu nedenle bir dengelemeye (balancing) tabi tutulması görüşü ortaya konmakta, bu dengelemenin ise fiili eşitlik lehine gerçekleştirilmesi gerektiği savunulmaktadır.Publication Metadata only A gradual view of the endogenous growth model in Turkey: the quantile regression approach(Ekonomi ve Finansal Araştırmalar Derneği, 2021) Dursun, Serap; N/A; Altaylar, Merve; Master Student; Graduate School of Sciences and Engineering; N/AThis study aims to estimate an endogenous growth model that will allow the dynamics of the Turkish economy to be followed in the 1990-2020 period and to reveal the gradual structure of this model. The linearity behavior of the macroeconomic indicators, which are the subject of the research, was determined by the Harvey, Leybourne and Xiao (2008) test; stationarity structures were investigated in detail through ADF (1979, 1981), Lee and Strazicich (2004) and Hepsağ (2019) unit root tests and KPSS (1992) stationarity test. In order to deal with the theoretical problem of the estimated macroeconometric model, the residual augmented least squares (RALS) technique was applied in the first step. The overall inferences from this model are that R&D expenditures and export volume have an increasing effect on GDP per capita. For a more detailed and graduated view, the quantile regression technique was used and it was possible to observe the effect of endogenous growth variables on different quantiles of GDP per capita. Findings show that the effect of R&D expenditures on GDP per capita values in lower quartiles is increasing, but it is not statistically significant in the upper quartiles. It has been noted that the export volume has the opposite effect with R&D, and while there is no statistical significance on lower quartiles of GDP per capita, it has an increasing effect in the upper quartiles. Thus, while R&D expenditures are expected to accelerate the GDP per capita, exports are burdened with the acceleration effect in the transition to upper quartiles. Empirical findings provide evidence for the validity of R&D based endogenous growth and export supported growth theory. /Öz: Bu çalışmada, Türkiye ekonomisinin dinamiklerinin 1990-2020 dönemleri arasında izlenmesine olanak sağlayacak bir içsel büyüme modeli tahminlemek ve kademesel yapıyı ortaya çıkarmak amaçlanmaktadır. Araştırmaya kapsamındaki makroekonomik göstergelerin doğrusallık davranışları Harvey, Leybourne ve Xiao (2008) testiyle; durağanlık yapıları ise ADF (1979, 1981), Lee ve Strazicich (2004) ve Hepsağ (2019) birim kök testleri ve KPSS (1992) durağanlık testi aracılığıyla ayrıntılı bir şekilde araştırılmıştır. Tahminlenen makroekonometrik modelin teorik problemlerinin üstesinden gelmek amacıyla ilk aşamada RALS tekniğine başvurulmuştur. Bu modelden sağlanan bütünsel çıkarımlar Ar-Ge harcamaları ve ihracat hacminin Kişi Başı GSYİH üzerinde arttırıcı etkisi olduğu yönündedir. Daha ayrıntılı ve kademeli bir bakış için ise kantil regresyon yaklaşımından faydalanılmış ve böylelikle içsel büyüme değişkenlerinin, Kişi Başı GSYİH’nin farklı kantilleri üzerindeki etkisini gözlemlemeye olanak sağlanmıştır. Bulgular, Ar-Ge harcamalarının, düşük kantillerde Kişi Başı GSYİH değerleri üzerindeki etkisinin giderek arttığını ancak yüksek kantiller üzerinde istatistiki bir anlamlılığı olmadığını göstermektedir. İhracat hacminin ise Ar-Ge ile tam tersi bir etki alanı olduğu, Kişi Başı GSYİH’nin düşük kantilleri üzerinde istatistiki bir anlamlılığı bulunmazken yüksek kantiller üzerinde arttırıcı bir etkisi olduğu kaydedilmiştir. Böylelikle Ar-Ge harcamalarının, Kişi Başı GSYİH’ye ivme kazandırması beklenirken yüksek kantillere geçişte hızlandırma etkisini ihracat yüklenmektedir. Ampirik bulgular Ar-Ge'ye dayalı içsel büyüme ve ihracattan beslenen büyüme teorisinin geçerliliğine ilişkin kanıtlar sunmaktadır.Publication Metadata only A home of hearts: the effectiveness of an intervention program for foster families(Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, 2021) Söylemez, Yudum; Department of Psychology; Kitiş, Selin; PhD Student; Department of Psychology; Graduate School of Social Sciences and Humanities; N/AFoster care is one of the most preferred services among the child protection systems. However, most of the children enter foster care system with their earlier adverse caretaking experiences, which have a considerable influence on their interactions with foster parents. Literature demonstrates the difficulties foster families face following the placement of the child. This study presents a shortterm semi-structured play therapy model, adapted from different therapy approaches, with an aim to support foster families in dealing with these difficulties through focusing on parent-child interaction. A preliminary evaluation of the applicability and effectiveness of the intervention is presented through qualitative and quantitative methods following the implementation of the program with six foster families who have three-to-six years old children.To examine the experiences of foster parents during the program, parent interviews were conducted before and after the intervention and were analyzed by using thematic analysis. To assess intervention outcome on children, Child Behavior Checklist, Attachment Story Completion Task, and Play Assessment ratings were collected pre- and post-intervention. Results revealed significant improvements in parenting skills and children’s play capacities. Parents indicated better mentalization and attunement skills on parent-child interaction, and children showed progress in symbolic play capacity. No significant results were found regarding children’s symptoms and attachment patterns after the intervention. These results contribute to the Turkish literature and clinical practice by presenting an applicable and effective intervention for foster families. / Koruyucu ailelik çocuk koruma hizmetleri içerisinde dünyada en çok tercihedilen sistemlerden biridir. Bununla beraber, çocukların birçoğu bu ilişkiye önceki olumsuz bakım deneyimleriyle birlikte başlar ve bu durumun koruyucu ailedeki ebeveyn-çocuk ilişkisi üzerinde önemli bir etkisi vardır. Literatür,koruyucu ailelerin bu konuda yaşadıkları zorlukları göstermektedir. Bu çalışma,koruyucu ailelerin bu zorluklarla baş etmesine yardım etmek amacıyla farklıterapi yaklaşımlarından uyarlanmış ebeveyn-çocuk bağlanma ilişkisine odaklanan kısa dönemli yarı yapılandırılmış bir terapi modeli sunmaktadır. Bu müdahale programının uygulanabilirlik ve etkililik değerlendirmesine dair ön bulgular 3-6 yaş arası çocuğu olan altı koruyucu aile ile yapılan uygulamanın ardından nitel ve nicel yöntemlerle gösterilmiştir. Ebeveynlerin koruyucu aileliğe ve programa dair deneyimlerini değerlendirmek için müdahaleden önce ve sonra ebeveyn görüşmeleri yapılmış ve bu görüşmeler tematik analiz ile incelenmiştir.Müdahalenin çocuklar üzerindeki etkisini ölçmek için Çocuk Davranış Değerlendirme Ölçeği, Oyuncak Öykü Tamamlama Testi ve Oyun Değerlendirme Skalası puanları sürecin başında ve sonunda toplanmıştır.Sonuçlar, ebeveynlik becerilerinde ve çocukların oyun kapasitelerinde önemli değişimler göstermiştir. Ebeveynlerin zihinselleştirme ve çocuğa uyumlanma becerilerinde ilerleme ve çocukların sembolik oyun becerilerinde anlamlı gelişme görülmüştür. Çocukların semptomlarında ve bağlanma modellerinde müdahaleden sonra anlamlı değişim olmamıştır. Bu sonuçlar, koruyucu aileleriçin uygulanabilir ve etkili bir müdahale programı sunarak Türkiye literatürüne ve klinik pratiğine katkıda bulunmaktadır.Publication Metadata only A new paradigm on the identity-security nexus in international relations: ontological security theory(Uluslararasi Iliskiler Konseyi Dernegi, 2020) Adısönmez, Umut Can; Department of International Relations; Rumelili, Bahar; Faculty Member; Department of International Relations; College of Administrative Sciences and Economics; 51356Recently, Ontological Security Theory (OST) has found itself a significant place in the International Relations (IR) literature. The theory has provided scholars with a novel analytical framework to explain state behavior and to understand the socio-psychological dynamics underlying the production of a state's self-image and self-narratives. Particularly, the OST has unsettled disciplinary assumptions regarding the primacy of physical security, and offered a framework to analyze the dialectical relationship between state and society in the making, (re)making and protecting of the state's subjective sense of self. The primary aim of this article is to introduce the main arguments and research areas to Turkey's IR community. Additionally, the drawbacks that emanate from the OST's insufficient engagement with critical approaches to security and the extant literature on identity in IR are assessed. / Geçtiğimiz yıllarda Ontolojik Güvenlik Teorisi (Ontological Security Theory – OGT) Uluslararası İlişkiler (Uİ) disiplininde kendine önemli bir yer edindi. Teori, devlet davranışlarını devletin öz-anlatıları üzerinden anlamlandırırken, bu öz-anlatıların yeniden üretilmesinin altında yatan sosyo-psikolojik dinamikleri de ortaya koydu. Özellikle, fiziksel güvenliğin öncüllüğünü tartışmaya açarak ve öz-anlatılar yoluyla devlet kimliğinin oluşması ve korunması süreçlerinde devlet-toplum arasındaki diyalektik ilişkiyi ortaya koyarak önemli katkıları oldu. Bu makalenin birincil amacı OGT’nin ana argümanlarını ve araştırma konularını Türkiye Uİ camiasına tanıtmaktır. Aynı zamanda OGT’nin mevcut eleştirel güvenlik kavramları ve kimlik yazını ile bağlantısının yetersizliğinden kaynaklanan eksiklikleri değerlendirilmektedir.Publication Open Access A new risk-scoring system for colorectal cancer and polyp screening by Turkish Colorectal Cancer and Polyp Study Group(Aves, 2022) Erdem, L.; Akbal, E.; Koçak, E.; Tucer, D.; Üçbilek, E.; Uyanıkoğlu, A.; Dolapçıoğlu, C.; Şirin, G.; Alkım, H.; Soylu, A.; Doğanay, L.; Kürbüz, A.K.; Özdil, K.; Alagözlü, H.; Erürker Öztürk, T.; Sezikli, M.; Adalı, G.; Çoban, M.; Hülagü, S.; Değertekin, H.; Atasoy, A.; Akyüz, F.; Gaffarlı, İ.; Saruç, M.; Altıntaş, E.; Sezgin, O.; Tözün N.; Ahıshalı, Emel; School of MedicineBackground: colorectal cancer is one of the most commonly diagnosed types of cancer worldwide. An early diagnosis and detection of colon cancer and polyp can reduce mortality and morbidity from colorectal cancer. Even though there are a variety of options in screening tests, the question remains on which test is the most effective for the early detection of colorectal cancer. In this prospective study, we aimed to develop a simple, useful, effective, and reliable scoring system to detect colon polyp and colorectal cancer. Methods: we enrolled 6508 subjects over the age of 18 from 16 centers, with colonoscopy screening. The age, smoking status, alcohol consumption, body mass index, polyp incidence, polyp size, number and localization, and pathologic findings were recorded. Results: the age, male gender, obesity, smoking, and family history were found as independent risk factors for adenomatous polyp. We have developed a new scoring system which can be used for these factors. With a score of 4 or above, we found the following: sensitivity 81%, specificity 40%, positive predictive value 25.68%, and negative predictive value 89.84%, for adenomatous polyp detection; and sensitivity 96%, specificity 39%, positive predictive value 3.35%, negative predictive value 99.29%, for colorectal cancer detection. Conclusion: even though the first colorectal cancer screening worldwide is generally performed for individuals over 50 years of age, we recommend that screening for colorectal cancer might begin for those under 50 years of age as well. Individuals with a score ? 4 must be included in the screening tests for colorectal cancer.Publication Open Access A nonminimally coupled, conformally extended Einstein-Maxwell theory of pp-waves(TÜBİTAK, 2020) Department of Physics; Dereli, Tekin; Şenikoğlu, Yorgo; Researcher; Department of Physics; Graduate School of Sciences and Engineering; College of Sciences; 201358; N/AA nonminimal coupling of Weyl curvatures to electromagnetic fields is considered in Brans-Dicke-Maxwell theory. The gravitational field equations are formulated in a Riemannian spacetime where the spacetime torsion is constrained to zero by the method of Lagrange multipliers in the language of exterior differential forms. The significance and ramifications of nonminimal couplings to gravity are examined in a pp-wave spacetime.Publication Metadata only A patient with local hypersensitivity reactions to three TNF-α inhibitors and local/systemic hypersensitivity reactions to tocilizumab: desensitization to tocilizumab(Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2022) N/A; Gülbezer, Elif Er; Teaching Faculty; School of Medicine; Koç University Hospital; 168883Tumor necrosis factor-alpha (TNF-α) inhibitors are effective alternatives for chronic inflammatory diseases. They are generally well tolerated; however, they may lead to the immediate/delayed local or systemic hypersensitivity reactions (HSR). Tocilizumab is a monoclonal antibody against interleukin 6 receptors. It is given both via intravenous (IV) and subcutaneous (SC) routes and there are limited data reporting that the overall injection and/or infusion reaction rate to tocilizumab is estimated as 7-8%. Cross-reactivity between either TNF-α inhibitors or tocilizumab is not expected. However, we herein present an unusual case of a patient who reacted with local injection site reactions (ISRs) to three TNF-α inhibitors, adalimumab, etanercept, and golimumab. The patient then reacted with ISR and anaphylaxis to SC and IV tocilizumab, respectively. Skin prick tests with all biologicals were negative but positive in early readings of intradermal testing. After all, tocilizumab was successfully administered via rapid drug desensitization. / Öz:Tümör nekroz faktör-alfa (TNF-α) inhibitörleri, kronik enflamatuvar hastalıklar için etkili alternatiflerdir. Genellikle iyi tolere edilirler, ancak erken/geç tip lokal veya sistemik aşırı duyarlılık reaksiyonlarına (ADR) yol açabilirler. Tosilizumab, interlökin-6 reseptörlerine karşı bir monoklonal antikordur. Hem intravenöz (İV) hem de subkütan (SK) yolla verilir ve sınırlı sayıda çalışmada tosilizumab ilişkili enjeksiyon ve/veya infüzyon reaksiyon oranının %7-8 olduğu bildirilmiştir. TNF-α inhibitörleri veya tosilizumab arasında çapraz reaktivite beklenmemektedir. Ancak biz burada olağan dışı bir olgu olan üç TNF-α inhibitörü, adalimumab, etanersept ve golimumab, ile lokal enjeksiyon yeri reaksiyonu gelişen bir hasta sunduk. Hastada daha sonra SK ve İV tosilizumab ile sırasıyla lokal enjeksiyon yeri reaksiyonu ve anafilaksi gelişti. Tüm biyolojik ajanlarla yapılan deri prick testleri negatif, intradermal testlerin erken okumaları pozitifti. Bununla birlikte tosilizumab hızlı ilaç desensitizasyon yoluyla başarıyla uygulandı.Publication Metadata only A possibly fatal outcome of oral contraceptive therapy: estrogen triggered hereditary angioedema attack in an adolescent(Galenos Yayınevi, 2021) Demirkol, Demet; Birben, Esra; Soyer, Özge; N/A; Balkancı, Uğur Berkay; Yeşiltepe Mutlu, Rahime Gül; Yılmaz, Özlem; Saçkesen, Cansın; Undergraduate Student; Faculty Member; Doctor; Faculty Member; School of Medicine; School of Medicine; N/A; School of Medicine; Koç University Hospital; Koc University Hospital; N/A; 153511; 140706; 182537Hereditary angioedema (HAE) is characterized by recurrent angioedema attacks with no urticaria. This disease has a high mortality due to asphyxia. Level of complement 4 (C4), C1 esterase inhibitor (C1-INH) level and function, and genetic mutations determine different endotypes of HAE. Clinical presentation and the triggers of vasogenic edema may change according to the endotypes. An adolescent girl with oligomenorrhea, obesity, hirsutism, and acanthosis nigricans was diagnosed with polycystic ovary syndrome (PCOS) and prescribed ethinyl estradiol & cyproterone acetate containing oral contraceptive (OC). On the 16th day of treatment, she developed angioedema on the face, neck, and chest leading to dyspnea. Adrenaline, antihistamine, and corticosteroid treatments were ineffective. In the family history, the patient's mother and two cousins had angioedema attacks. C1-INH concentrate was administered with a diagnosis of HAE. C4, and C1-INH level and activity were normal. Genetic analysis identified a mutation of Factor XII (F12) gene, and the diagnosis of Factor 12 (F12)-related HAE was made. OC treatment discontinued. She has had no additional angioedema attacks in the follow-up period of two years. OC containing estrogen may induce the life-threatening first attack of F12-related HAE even in children. Recurring angioedema attacks in the family should be asked before prescribing estrogen-containing OC pills.