Research Outputs

Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/20.500.14288/2

Browse

Search Results

Now showing 1 - 10 of 34
  • Placeholder
    Publication
    Anonim ortaklık payı üzerinde kurulan rehin hakkına ilişkin bazı sorunlar ve çözüm önerileri
    (Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, 2021) Çolak, Hüseyin Bahadır; Faculty Member; Law School; 280307
    It is possible for joint stock company shares to be certified, hence establishmentof share pledge is subject to different procedures depending on whether the share iscertified or uncertified, and type of share certificate. There are also differences interms of legal consequences of the method preferred. This paper examines selectedproblems on establishment of share pledge within the scope of different methodsof pledge establishment on certified and uncertified shares, legal implications ofselected method of pledge establishment, endorsement in pledge on registered sharecertificates, acquisitions by third party in good faith on shares subject to pledge, legalimplications of certification of uncertified shares following establishment of pledge. / Öz: Anonim ortaklık payının kıymetli evrak niteliğindeki senetlere bağlanabilmeimkanı nedeniyle pay üzerinde rehin kurulmasında, payın senede bağlı olup olmamasıve bağlandığı senedin türüne göre farklı yöntemlere başvurulması mümkündür. Rehinkurulmasında tercih edilen yöntemin hukuki sonuçları bakımından da farklılıklarsöz konusudur. Bu çalışmada çıplak pay ve senede bağlı paylar üzerinde rehinkurulmasında tercih edilebilecek farklı yöntemler, bu yöntemlerin hukuki sonuçları,nama yazılı senede bağlı payın rehninde ciroya özgü sonuçlar, rehne konu paylarüzerinde üçüncü kişilerin kazanımlarının akıbeti, rehne konu payların sonradansenede bağlanmasının hukuki sonuçları çerçevesinde anonim ortaklık payı üzerinderehin hakkı kurulması bakımından ortaya çıkabilecek çeşitli sorunlar incelenmektedir.
  • Placeholder
    Publication
    Anonim şirket genel kurul kararlarının hükümsüzlüğü ihtilaflarında tahkim
    (Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, 2020) N/A; N/A; Kayıklık, Abdurrahman; Researcher; Law School; 307836
    Genel kurul kararlarının hükümsüzlüğüne dair uyuşmazlıklar, anonimşirketlerde en tipik ve yaygın ihtilaflardandır. Bu ihtilafların tahkim yoluyla hızlıbir şekilde çözülmesi, şirket ve hissedarlar için özellikle hukuki belirlilik açısındanavantajlıdır. Ancak bu ihtilafların tahkime elverişliliği, şirketler hukukunun esassözleşmesel tahkim şartına cevaz verip vermediği ve yargılama usulünün bu davalardaözellik arz etmesi konuyu tartışmalı kılmaktadır. Bu çalışmada tüm bu tartışmalımeseleler karşılaştırmalı hukuktaki gelişmeler de dikkate alınarak incelenmiş ve konuhakkındaki hukuki belirsizlikleri gidermek üzere öneriler sunulmuştur.
  • Placeholder
    Publication
    Arbitrating business and human rights disputes
    (İstanbul Üniversitesi, 2020) Tarman, Zeynep Derya; Faculty Member; Law School; 177966
    Keeping the negative impacts of business activities on human rights and the weak position of the victims as well as other parties, the Hague Rules on Business and Human Rights Arbitration (Hague Rules) have recently been adopted with the description that international arbitration holds great promise as a method to be used to resolve human rights disputes involving business. While there are criticisms about the practicability and the usefulness of the Hague rules, with certain consideration for improvement, the Hague Rules can be an effective step towards achieving justice for victims of Business and Human Rights violations and abuses. This paper aims to present first the history of creation and analysis of the effectiveness of the Hague Rules, and second, to elaborate on why arbitration is a good option for Business and Human Rights disputes. After that, the paper will present the challenges related to the applicability of the rules followed by its future implications. / Ticari faaliyetlerin insan hakları üzerindeki olumsuz etkileri ve mağdurların zayıf konumu dikkate alınarak çok uluslu şirketlerin sebep olduğu insan hakları ihlallerinin tahkim yoluyla çözümü için yakın zamanda İş Dünyası ve İnsan Hakları Lahey Tahkim Kuralları (Lahey Kuralları) kabul edilmiştir. Söz konusu Lahey Kurallarının yararlılığı ve elverişliliği konusunda eleştiriler olmakla beraber Kurallar, çok uluslu şirketlerin sebep olduğu insan hakları ihlalleri mağdurlarına adalete erişim konusunda etkin bir yol sunabilir. Bu çalışmanın konusu, Lahey Kurallarının ortaya çıkma sürecini ve tarihçesini kısaca ortaya koyduktan sonra tahkimin insan hakları ihlallerinden doğan uyuşmazlıkların çözümü konusunda neden tercih edilmesi gerektiğini incelemektir. Bu kapsamda, Lahey Kurallarının iş dünyası ve insan hakları uyuşmazlıklarının kendine has özellikleri dikkate alınarak hazırlanmış maddeleri ele alınacaktır. Ayrıca çalışmada Lahey kurallarının eksiklikleri ve geliştirilmesi gereken noktaları üzerinde de durulacaktır.
  • Placeholder
    Publication
    Business and human rights: mandatory human rights due diligence obligations
    (Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2022) Tarman, Zeynep Derya; Faculty Member; Law School; 177966
    While multinational companies contribute to the economies of the countries in which they operate, they can also cause negative effects such as environmental pollution, unsafe and unhealthy working conditions, insufficient wages, child labor and forced displacement of indigenous people, and as a result, human rights violations. In this paper, corporate human rights due diligence obligations, which serve the purpose of preventing human rights violations and environmental damage that may be caused by the commercial activities of multinational companies, are examined. In this context, nonbinding and voluntary legal texts, especially the United Nations Guiding Principles on Business and Human Rights are discussed. Then, the developments within the European Union are explained, and then certain national regulations are included. In terms of the national regulations, considering the export volumes with Turkey, the corporate human rights due diligence obligations under German, English, French and Dutch laws are examined. Finally, the effects of these developments especially on companies located in Turkey and in this regard the need for a reform under Turkish law are evaluated. / Çok uluslu şirketler faaliyette bulundukları ülkelerin ekonomilerine bir yandan katkı sağlarken aynı zamanda çevre kirliliği, güvensiz ve sağlıksız çalışma koşulları, yetersiz ücret, çocuk işçiliği ve yerli halkı zorla yerinden etme gibi olumsuz etkilere ve bunun sonucu olarak insan hakları ihlallerine neden olabilmektedirler. Bu çalışmada çok uluslu şirketlerin ticari faaliyetlerinin sebep olabileceği insan hakları ihlallerinin ve çevresel tahribatın engellenmesi amacına hizmet eden insan hakları durum tespit yükümlülükleri incelenmiştir. Bu çerçevede, başta Birleşmiş Milletler İş Dünyası ve İnsan Hakları Rehber İlkeleri olmak üzere uygulanmaları gönüllülük esasına dayanan ve bağlayıcı olmayan hukuk metinleri ele alınmıştır. Daha sonra Avrupa Birliği bünyesindeki gelişmeler açıklanmış, ardından bazı ülkesel düzenlemelere yer verilmiştir. Ülkesel düzenlemeler bakımından Türkiye ile olan ihracat hacimleri göz önünde bulundurularak Almanya, Birleşik Krallık, Fransa ve Hollanda’daki iş dünyası ve insan hakları durum tespit yükümlülükleri kapsamında yaşanan gelişmeler incelenmiştir. Son olarak, Türk hukukundaki durum ve söz konusu gelişmelerin özellikle Türkiye’de yerleşik şirketler üzerindeki etkileri değerlendirilmiştir.
  • Placeholder
    Publication
    Copyright law practice in Turkey
    (Istanbul University Press, 2020) N/A; N/A; Nevhis, Deren Yıldırım; Faculty Member; Law School; 176366
    Zusammenfassung Das Gesetz fuer geistige Schoepfungen und Kunstwerke trat im Jahre 1951 in Kraft. Es bestimmt den Schutzgegenstand des Urheberrechts und stellt verschiedene Kategorien,wie wissenschaftliche und literarische Werke,musikalische Werke, Kunstwerke und Filmwerke auf. Seit der Gesetzesaenderung im Jahre 1995 werden auch verwandte Schutzrechte des ausuebenden Kuenstlers,des Herstellers von Tontraegern und des Sendeunternehmens anerkannt Der Schutz der Verwertungsrechte und der urheberlichen Persoenlichkeitsrechte bildet Den Kernpunkt dieses Rechtsbereiches. Der einstweilige Rechtschutz spielt im Urheberrecht eine kritische Rolle. Die Einfuehrung der Berufungsinstanz ist aus diesem Grund zu begruessen, da die Gerichtspraxis in Vergangenheit zur Abweisung der Antraege tendierte. / Abstract The Turkish Copyright Act is from 1951. This Act distinguishes between several classes of works such as linguistic works, musical works, works of arts and cinematographic works. Under the amendment in 1995 the same. Act is regulating the related rights: The protection of the rights of exploitation and moral rights is a sensitive subject for legal practice. Furthermore, the protection of copyrights is related with preliminary injunctions. The provisional legal protection of copyrights can be safeguarded by the new built. Courts of appeal in Turkey. / Öz (Türk) Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu 1951 tarihlidir. Söz konusu kanun birçok eser kategorisine yer vermektedir; bunlar sırasıyla edebiyat eserleri, müzik eserleri, güzel sanat eserleri ve sinema eserleridir. 1995 değişikliği ile aynı kanun eser ile bağlantılı hakları da koruma altına almıştır. Uygulamada eser üzerindeki mali haklar ile manevi yetkilerin hukuki korunmas hassas bir konudur. Bunun yanı sıra telif haklarının korunması ihtiyati tedbirler ile de bağlantılıdır. Fikri hakların geçici korunması yeni kurulan istinaf mahkemeleri ile de garanti altına alınmıştır.
  • Placeholder
    Publication
    Correction and interpretation of the award and additional award under the Turkish international arbitration act and their effect on the time limit to initiate setting aside action
    (Istanbul Univ, 2020) N/A; N/A; Kalafatoğlu, Mehmet Polat; Faculty Member; Law School; 257377
    In international trade, parties recourse to international arbitration in order to receive a final decision regarding their dispute. In principle, arbitrators lose their authority once they render the final award. This principle is also known as the functus officio doctrine. However, correction and interpretation of the award and additional award form an important exception to this principle. The objective of this paper is to analyse the definition, scope, objectives and finally, the procedural rules of correction and interpretation of the award and additional award following the provisions of the Turkish International Arbitration Act. As a result of this analysis, it will be noted that arbitrators have limited authority and that the main objective of this procedure is to increase the efficiency of international arbitration. This paper also studies the nature of these awards and their effect regarding the time limits to initiate a setting aside procedure against the arbitral award. Finally, this paper also makes a case-law analysis and especially analyses the effect of different hypotheses on the time limit to initiate a setting aside action where arbitrators exceed the scope and/or the time limit of correction and interpretation of the award and additional award and, accordingly, submits solutions. / Milletlerarası ticaret alanında taraflar aralarındaki uyuşmazlık hakkında nihai bir karar elde etmek amacıyla milletlerarası tahkime başvurmaktadır. Kural olarak, hakem heyetinin yetkisi, nihai hakem kararının verilmesi ile sona erer. Bu durum milletlerarası tahkim hukukunda functus officio olarak adlandırılmaktadır. Bu kuralın önemli bir istisnası ise, nihai hakem kararı verildikten sonra hakemlerden düzeltme, yorum ve tamamlama kararları talep edilmesidir. Çalışmamızın amacı, ilk olarak, Milletlerarası Tahkim Kanunu düzenlemesinden hareketle düzeltme, yorum ve tamamlama kararlarının tanımını, kapsamını ve amacını ortaya koymak ve bu kararların verilme usulünü açıklamaktır. Bu inceleme neticesinde hakemlerin sınırlı bir yetkiye sahip oldukları ve tahkim hukukunda düzenlenen bu imkânın asıl amacının tahkimin etkinliğini arttırmak olduğu görülecektir. Sonrasında, çalışmamızda bu kararların niteliği ve özellikle, bu kararların iptal davası açma süresi açısından etkileri değerlendirilmiştir. Çalışmamızda içtihat incelemesi yapılmış, farklı olasılıklar dikkate alınarak, hakemlerin düzeltme, yorum veya tamamlama kararlarının kapsamını ve/veya süresini aşmalarının iptal davası açma süresi açısından sonuçları incelenmiş ve çözüm önerileri sunulmuştur.
  • Placeholder
    Publication
    Could there be told a cassation procedure in the proper sense without an appeal system?
    (Legal Yayıncılık, 2011) Yalabık, Fulya Teomete; Researcher; Law School; N/A
    The provisions of French appeal by the court of cassation, due to the presence of the three-stage system are quite ahead of the Turkish law. A three-stage system has been foreseen in the current code of civil procedure, on the other hand, the two stage system is still in operation and the court of cassation continues to appeal as court of appeal. The current situation does not comply with the legal order and the rationale of the Act no.6100 in accordance with the right to legal remedies. Courts of appeal should be made fully operational as soon as possible. It would be meaningless and nonfunctional to establish additional chambers to court of cassation, whenever the courts of appeal become operative. / Fransız hukukundaki temyiz hükümleri, üç aşamalı sistemin varlığı sebebiyle Türk hukukundan oldukça ileridedir. Mevcut kanunumuzda üç dereceli bir sistem öngörülmüş olsa da, halen iki dereceli sistem uygulanmaktadır ve istinaf görevini temyiz mahkemesi görmeye devam etmektedir. Mevcut durum, yasal düzene uymamakta ve 6100 sayılı Kanun'un gerekçesi uyarınca "hak arama hürriyetinin yeterince gerçekleştirilmiş sayılması için zorunlu görülen" istinaf derecesinden bireyleri mahrum bırakmaktadır. îstinaf mahkemeleri bir an önce işler hale getirilmelidir. Belirtmek gerekir ki, istinaf mahkemelerinin kurulması halinde Yargıtay'a ilave daire kurmanın bir anlamı ve işlevi de kalmayacaktır.
  • Thumbnail Image
    PublicationOpen Access
    Cross-border activities of multinational companies and tort liability: international jurisdiction of English courts within the framework of Vedanta v Lungowe and Okpabi v Shell decisions
    (İstanbul Üniversitesi Yayınevi, 2021) N/A; Oba, Meltem Ece; Researcher; Law School; 265205
    The increase in overseas activities of multinational corporations due to globalisation has also augmented the discussions over overseas human rights violations of such corporations. According to the discussions under international law, holding corporations directly liable for human rights violations remains yet a disputed issue. Against the backdrop of debates under international law, the liability of multinational corporations arising from tort law has become an alternative legal ground for holding multinational corporations accountable for their overseas wrongs. In a dispute where the parent company is domiciled in England and its subsidiary is domiciled in a foreign country, victims who suffer from the activities of the subsidiary may file compensatory claims against both the subsidiary and the parent company before English courts based on principles of tort law. This article examines civil jurisdiction of English courts about such disputes. In this context, initially the debates in international law regarding the human rights liabilities of multinational companies are briefly touched upon, then the Civil Procedure Rules are examined followed by an analysis of the Vedanta v Lungowe and Okpabi v Shell decisions. / Küreselleşme ile beraber çok uluslu şirketlerin özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki sınır ötesi faaliyetleri arttıkça bu şirketlerin sınır ötesi insan hakları ihlallerine ilişkin tartışmalar da yoğunlaşmıştır. Uluslararası hukuk doktrinindeki farklı görüşler karşısında çok uluslu şirketlerin insan hakları ihlallerinden doğrudan sorumlu tutulması henüz mümkün görünmemektedir. Buna bağlı olarak, çok uluslu şirketlerin sınır ötesi insan hakları ihlallerinden doğan zararın giderilmesinde şirketlerin haksız fiil sorumluluğuna dayanılması gündeme gelmiştir. Hâkim şirketin merkezinin İngiltere’de bulunduğu, bağlı şirketin ise yabancı bir ülkede tescil edildiği çok uluslu şirketlerde, bağlı şirketin faaliyetlerinden zarar gören kişiler İngiliz mahkemelerinde hem bağlı şirkete hem de hâkim şirkete karşı haksız fiile dayalı tazminat talepleri ileri sürebilmektedir. Bu çalışmada söz konusu ihtilaflar kapsamında İngiliz mahkemelerinin milletlerarası yetkisi incelenmiştir. Bu kapsamda, öncelikle çok uluslu şirketlerin sorumluluğuna ilişkin uluslararası hukuktaki tartışmalara kısaca değinilmiş, ardından İngiliz Medeni Usul Kuralları ele alınmış ve son olarak Vedanta v Lungowe ve Okpabi v Shell kararları incelenerek İngiliz mahkemelerinin bu tür uyuşmazlıklardaki yetkiye ilişkin yaklaşımı incelenmiştir.
  • Placeholder
    Publication
    Dilution of a well-known trademark in the light of national and international regulations with case law
    (Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2020) Hacıömeroğlu, Oğuzhan A.; N/A; PhD Student; Graduate School of Social Sciences and Humanities; N/A
    Since well-known trademarks require more effort and investment than standard trademarks, they need more protection in legal systems. Traditional trademark protection is based on the confusion among consumers protecting goods and/or services in the same class, while dilution protection trademark owners are mostly protected by considering the effort and investment of the trademark. Moreover, while trademark is protected in terms of goods and/or services in the same class in traditional trademark protection, there is also protection for the unregistered class of goods and/or services in dilution protection. There are two types of dilution; dilution by blurring and dilution by tarnishment. In our article; the concept of dilution of well-known trademarks, the United States and the European Union regulations and the case law of the Court of Justice will be explained. International conventions in trademark dilution and Turkish law and Turkish Court of Cassation case law will be examined as well. / Tanınmış markalar standart markalara göre daha fazla emek ve yatırım gerektirdiğinden hukuk sistemlerinde bu markaların daha fazla korunmasına ihtiyaç duyulmuştur. Geleneksel marka korumasında markanın tüketici nezdinde karıştırılma ihtimâli esas alınarak aynı sınıftaki mal ve/veya hizmetler açısından korunma esas alınırken, sulandırma korumasında markanın tanınması için harcanan emek ve maddi değer göz önünde tutularak daha çok marka sahipleri korunmaktadır. Ayrıca geleneksel marka korumasında marka aynı sınıftaki mal ve/veya hizmetler açısından korunurken, sulandırma korumasında markanın tescilli olduğu sınıf dışındaki mal ve/veya hizmetler açısından da koruma söz konusudur. Sulandırılma, bulandırarak sulandırma ya da lekeleyerek sulandırma olmak üzere iki şekilde gerçekleşebilir. Makalemizde, tanınmış markanın sulandırılması kavramı anlatılacak, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği düzenlemeleri ile Avrupa Birliği Adalet Divanı kararları ve diğer uluslararası sözleşmeler incelenecek, Türk hukukunda yeri değerlendirilerek, Yargıtay’ın konuya ilişkin kararlarına değinilecektir.
  • Thumbnail Image
    PublicationOpen Access
    Do dividend distributions and dividend commitments of a target company violate the prohibition of financial assistance (TCC Article 380/1)?
    (İstanbul Üniversitesi Yayınevi, 2018) Paslı, Ali; Veziroğlu, Cem; Faculty Member; Law School; 265198
    Pursuant to Turkish Commercial Code ("TCC") Article 380 paragraph 1, "[L]egal transactions concluded between the company and another person for acquisition of its shares and the subject of which is granting of advance, loan or security, shall be null and void." According to this provision, a public company cannot provide financial assistance to a third party with a view to acquiring its shares. This article examines a target company's dividend payout or commitment to its buyer (who would be a shareholder following an acquisition of the target company's shares) that is financed by a bank loan or from its retained earnings (i.e., without using any external source). We ask whether use of such funds in acquisition finance constitute "financial assistance" in the meaning of TCC 380/1. According to TCC, the prohibition of financial assistance applies only if three conditions exist cumulatively: (1) There must be an acquisition of shares; (2) there must be a financial assistance transaction, and (3) financial assistance must be made for the acquisition of shares. Therefore, the aforementioned transactional mechanism must be filtered through these three conditions. In our view, dividend payouts or commitments to the buyer following her share acquisition does not violate the prohibition of financial assistance, regardless of whether such amount is funded by a bank loan or the company's retained earnings. Using profits distributed by the target company in order to finance the acquisiton of the target company's shares makes no differrence according to our analysis. It is also possible that a commitment may be given for the target company's dividend payout in certain periods and for certain amounts in order to ensure repayment of the credit provided for the acquisition. The obligor of the said commitment may be the buyer or the target company (as a legal entity). If the target company is the obligor, the consequences for violating the commitment will vary according to the modality of the undertaking. Nonetheless, we believe that the target company's dividend payout must be made in compliance with the rules and procedures laid down by the TCC and by the company's articles of association. Otherwise, in addition to sanctions with respect to distribution of profit (TCC 512), the prohibition of financial assistance may step in. Hence, both the general assembly's resolution towards dividend payout and the payment of dividend (act of disposal) may be considered null and void regardless of whether the buyer's receipt of the dividend was wrongful and in bad faith. / 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (“TTK”) 380. maddesinin 1. fıkrası uyarınca “[P]aylarının iktisap edilmesi amacıyla, şirketin başka bir kişiyle yaptığı, konusu avans, ödünç veya teminat verilmesi olan hukuki işlemler batıldır”. Anılan hüküm, payları üçüncü kişi tarafından iktisap edilen anonim ortaklığın alıcıya finansal yardımda bulunmasını yasaklamaktadır. İşbu makalede incelediğimiz husus hedef anonim ortaklığın bir bankadan kredi temin etmesinin ardından söz konusu meblağı, yahut dış finansman kullanmaksızın birikmiş kârını, şirketin paylarını iktisap ederek pay sahibi sıfatını kazanan alıcıya kâr dağıtımı yoluyla aktarması ve bu kaynağın devralma işleminin finansmanında kullanılmasının TTK 380/1 anlamında “finansal yardım” sayılıp sayılmayacağıdır. Finansal yardım yasağının uygulama alanı bulabilmesi için şu üç şartın bir arada bulunması gerekmektedir. Bunlar; (1) pay iktisabı, (2) finansal yardım işlemi ve (3) finansal yardımın alıcının pay iktisabı amacıyla yapılmasıdır. O halde yukarıda açıklanan işlem örgüsü de bu üç şartın süzgecinden geçirilmelidir. Kanımızca bir bankanın anonim ortaklığa kredi temin etmesi ve söz konusu kredinin, anonim ortaklığın paylarını iktisap ederek pay sahibi sıfatını kazanan alıcıya kâr dağıtımı yoluyla aktarılması, yahut zaten hedef şirketin malvarlığına dâhil olan mevcut kaynağın kâr dağıtımı suretiyle alıcıya tahsis edilmesi TTK 380/1’de düzenlenen finansal yardım yasağının kapsamına girmemektedir. Ulaştığımız bu sonuç açısından, hedef şirketin nakit ihtiyacı sebebiyle bankanın sağlayacağı kredi neticesinde hedef şirketin dağıtacağı kârın, yine hedef şirketin paylarının iktisabı amacıyla kullanılacak olması da hiçbir fark yaratmamaktadır. Aynı şekilde, hedef şirketin paylarının iktisabının ve bunun finansmanı için sağlanan kredinin geri ödenmesini teminen, hedef şirketin belirli süreler içinde ve belirli oranlarda kâr dağıtımı yapacağına dair bir taahhüdün verilmiş olması da mümkündür. Söz konusu taahhüdün yükümlüsü alıcı olabileceği gibi, hedef şirket tüzel kişiliği de olabilir. Yükümlülüğün şirket üzerinde olması şeklindeki ikinci ihtimalde taahhüde aykırılığın sonuçları, taahhüdün veriliş şekline göre değişiklik gösterecektir. Ancak bunun için, hedef şirket nezdinde yapılacak kâr dağıtımının TTK ve esas sözleşmede öngörülen usul ve esaslara riayet edilerek gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Aksi hâlde hedef şirket tarafından pay sahibine yapılacak malvarlığı aktarımına ilişkin kâr dağıtımını düzenleyen hükümlerde öngörülen yaptırımlara (TTK 512) ek olarak, finansal yardım yasağının da uygulanması riski doğabilecektir. Keza bu durumda pay sahibi konumundaki alıcının, kâr payını haksız yere ve kötü niyetle alıp almadığına bakılmaksızın, hem genel kurulun kâr payı dağıtım kararı hem de tasarruf işlemi niteliğindeki hedef şirketin temettü ödeme işlemleri kesin hükümsüz sayılabilecektir.