Research Outputs

Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/20.500.14288/2

Browse

Search Results

Now showing 1 - 7 of 7
  • Placeholder
    Publication
    A hidden poet in the period of Suleiman the magnificent: Mahfî-i Gilani and his translation of bih-i çinî
    (Mehmet Dursun Erdem, 2012) Department of Comparative Literature; Taşkın, Gülşah; Teaching Faculty; Department of Comparative Literature; College of Social Sciences and Humanities; 104767
    We have little information about the life and works of the sixteenth century Persian poet Mahfî-i Gilanî. He was from Gilan and composed poetry under the patronage of Muzaffer Khan, the ruler of Gilan, with whom he also participated in campaigns. After Muzaffer Khan died, he escaped from Safavid’s cruelty and came to Istanbul where he entered Süleiman the Magnificent’s service. While he was living in Istanbul he wrote an Arz-ı Hal in which he narrated his life in Istanbul and complained about unfair manners of certain statemen. He also wrote a translation booklet about medicine titled Tercüme-i Bih-i Çinî. Bih-i Çinî had previously been translated into Turkish by Musluhiddin Sürurî who was a well known poet and commentator of Masnavi. This booklet was later translated from its original into Persian by Mahfî and presented to Muzaffer Khan. The same booklet in which bih-i çinî’s features are explained in detail was also translated in Turkish and presented to Süleiman the Magnificent. This article has two parts. The first part is about the life and works of Mahfî-i Gilanî. An analysis of Tercüme-i Bih-i Çinî will be given in the second part of the article. For the purpose of stimulating further research the full text of Bih-i Çinî with transcription is given at the end of the article. / Mahfî-i Gilanî Kanunî’nin Irakeyn Seferi sonrasında, Şah Tahmasb’ın zulmünden kaçarak Osmanlı’ya sığınan ve Farsçanın yanı sıra Türkçe eserler de kaleme almış İranlı bir şairdir. Kaynaklarda, on altıncı yüzyıl şairlerinden biri olan Mahfî-i Gilanî hakkında pek fazla bilgi bulunmamaktadır. Gilan (Geylan) hükümdarı Ebu’l-Muzaffer Bahadır Han’ın şairi olan ve onunla birçok sefere katılan Mahfî-i Gilanî, Muzaffer Han’ın ölümü üzerine İstanbul’a gelmiş ve Kanunî Sultan Süleyman’ın hizmetine girmiştir. Şairin; devlet büyükleri tarafından uğradığı haksızlıkları anlattığı Arz-ı Hal ü Sergüzeşt-i Gilanî adlı otobiyografik bir eseri ve Tercüme-i Bih-i Çinî adlı bir tıp risalesi tercümesi bulunmaktadır. Aslı Hintçe olan bu risaleyi Mahfî-i Gilanî önce Muzaffer Han için Farsçaya, ardından Kanunî için Türkçeye tercüme etmiştir. Ünlü Mesnevi şârihi Gelibolulu Musluhiddin Sürurî tarafından da Türkçeye tercüme edildiği bilinen bu eserde bih-i çinînin özellikleri, hangi hastalıklara iyi geldiği ve bih-i çinî terkibinin nasıl uygulanacağı ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Bir tıp risalesi olmasına rağmen yer yer edebî bir eserin özelliklerini de taşıyan Bih-i Çinî, Osmanlı’da ilim ve edebiyatın her zaman için kesin çizgilerle ayrılmadığını da gösteren bir örnektir. İki bölümden oluşan bu makalenin ilk bölümünde, Farsçanın yanı sıra Türkçe eserler de vermiş İranlı bir şair olan Mahfî-i Gilanî’nin hayatı ve eserleri hakkında bilgi verilecek, ikinci bölümde ise yukarıda sözü edilen tıp risalesi incelenecektir. Makalenin sonunda araştırmacılara kaynak olması açısından eserin transkripsiyonlu metni verilmiştir.
  • Placeholder
    Publication
    A sixteenth century autobiographical work: Arz-ı Hâl ü Sergüzeşt-i Gilanî
    (Mehmet Dursun Erdem, 2013) Department of Comparative Literature; Taşkın, Gülşah; Teaching Faculty; Department of Comparative Literature; College of Social Sciences and Humanities; 104767
    Not much is known about the life and works of the sixteenth century Persian poet Mahfî-i Gilanî. The existing pieces of information suggest that he entered the service of Sulaiman the Magnificent in Istanbul following the death of his previous patron, Ebu’l-Muzaffer Bahadır Khan. Ebu’l-Muzaffer Bahadır Khan was the ruler of Gilan for whom Mahfî had served as a poet and joined military campaigns. Mahfi is the author of Arz-ı Hal ü Sergüzeşt-i Gilanî, an autobiographical piece on the unfair conditions he witnessed under the rule of some administrators. He is also the translator of a medicine booklet titled Tercüme-i Bih-i Çinî. It is a well known fact that Suleiman and his administrators have been great patrons of poetry who endorsed poets both from inside and outside the Empire. This was especially the case for the Persian poets who were well-respected by the administrators and received a special treatment from the Sultan. However, despite Suleiman’s benevolent patronage to other poets, Mahfi has not found what he expected from his reign. In Arz-ı Hâl ü Sergüzeşt-i Gilanî, Mahfi acounts his experience of not being supported by his patrons in the way he anticipated. It might be fruitful to look at Mahfi’s work to ask questions about his unique experience as a neglected Persian poet and explore how he represented this experience through his work. Against the backdrop of these questions, I will first present the autobiographical work of Arz-ı Hâl ü Sergüzeşt-i Gilanî and locate it within the history and literature of the Ottoman Empire. I will then move on to some critical questions and suggestions about the classification of works like “Arz-ı hâl”, “Hasbihâl”, “Sergüzeştname” and locate Mahfi’s Arz-ı Hâl ü Sergüzeşt-i Gilanî within the framework of this body of literature. / Gilan (Geylan) hükümdarı Ebu’l-Muzaffer Bahadır Han’ın şairi olan ve onunla birçok sefere katılan Mahfî-i Gilanî, Muzaffer Han’ın ölümü üzerine İstanbul’a gelmiş ve Kanunî Sultan Süleyman’ın hizmetine girmiştir. Şairin; devlet büyükleri tarafından uğradığı haksızlıkları anlattığı Arz-ı Hal ü Sergüzeşt-i Gilanî adlı otobiyografik bir eseri ve Tercüme-i Bih-i Çinî adlı bir tıp risalesi tercümesi bulunmaktadır. Kendisi de usta bir şair olan Kanunî’nin ve çevresindeki birçok devlet adamının, şairlere destek oldukları ve büyük saygı gösterdikleri bilinmektedir. Sadece İmparatorluk sınırlarında yetişenlerin değil, dışarıdan gelen şairlerin de devlet adamları tarafından çoğu zaman aynı şekilde kabul gördüğü; özellikle de İran’dan gelen şairlere ayrı bir saygıyla yaklaşıldığı düşünüldüğünde, böyle bir ortamda her ne sebeple olursa olsun beklediği ilgiyi göremeyen bir şair neler yaşar, nasıl bir ruh hâli içindedir ve bu durumu eserlerine nasıl yansıtır gibi birçok soru akla gelecektir. Kanunî döneminde, alıştığı ve beklediği ilgiyi göremeyen İranlı bir şair olan Mahfî-i Gilanî ve hayatının belli bir döneminde İstanbul’da yaşadıklarını kendi bakış açısından anlattığı Arz-ı Hâl ü Sergüzeşt-i Gilanî adlı eseri bu anlamda ilgi çekicidir. Bu düşünceden hareketle bu makalede öncelikle Mahfî-i Gilanî’nin kaleme aldığı, Klasik Osmanlı edebiyatı ve Osmanlı tarihi açısından önemli ipuçları barındırdığı düşünülen Arz-ı Hâl ü Sergüzeşt-i Gilanî adlı otobiyografik eser tanıtılacaktır. Ardından bahsedilen eserden yola çıkılarak “Arz-ı hâl”, “Hasbihâl”, “Sergüzeştname” gibi adlarla anılan ve otobiyografik malzeme barındıran benzeri eserlerin sınıflandırılmasıyla ilgili bazı soru ve öneriler tartışmaya açılarak Arz-ı Hâl ü Sergüzeşt-i Gilanî’nin bu tür eserler arasındaki yeri sorgulanacaktır.
  • Placeholder
    Publication
    Classes and status groups in times of great transformation: reading agrarian change in Çukurova through the lens of Yaşar Kemal
    (Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 2019) Department of Sociology; Gürel, Burak; Faculty Member; Department of Sociology; College of Social Sciences and Humanities; 219277
    This study investigates the changing positions of social classes and status groups during the capitalist transformation of agriculture in Turkish Çukurova region throughout the last century from the perspective of Yaşar Kemal’s literary works. The study begins with a methodological discussion on the use of literary works in historical and sociological studies. It stresses three points regarding the agrarian change in Çukurova. Firstly, the resistance of lower classes to the capitalist agrarian transformation had a wide scope spanning from the Luddite-type machine-breaking to land and labor struggles. Secondly, proletarianized villagers viewed wage work as a temporary rather than a permanent condition, which would help them accumulate funds and engage with small-scale farming. Finally, transformations of classes and status groups were closely related. While the previous generations of landlords remained loyal to precapitalist social norms, failed to adapt to capitalist transformation and thereby declined, new generations started to rise, embracing profit maximization as the main goal. / Bu çalışma, geçen yüzyılda Çukurova bölgesinde yaşanan tarımsal dönüşüm sürecinde toplumsal sınıfların ve statü gruplarının değişen konumlarını Yaşar Kemal’in edebi yapıtlarının sunduğu perspektiften inceliyor. Makale edebi eserlerin tarihsel ve sosyolojik çalışmalarda değerlendirilmesine ilişkin yöntemsel bir tartışmayla açılıyor. Daha sonra, Yaşar Kemal’in eserlerinden yola çıkarak Çukurova’daki tarımsal dönüşüme ilişkin üç noktaya dikkat çekiyor. Birincisi, alt sınıfların tarımın kapitalistleşmesine karşı direnişleri Luddite tipi makine kırıcılıktan toprak ve emek mücadelelerine uzanan geniş bir yelpazeye sahipti. İkincisi, proleterleşen köylülerin bir bölümü ücretli işçiliği kalıcı bir durum olarak değil, küçük ölçekli çiftçilik için gereken birikimi yapmaya yardımcı olan geçici uğrak olarak görüyordu. Son olarak, sınıfların ve statü gruplarının dönüşümleri birbirleriyle yakından ilişkiliydi. Kapitalizm öncesi döneme ait toplumsal normlara bağlı kalan toprak ağaları kapitalistleşme sürecine uyum sağlayamayıp gerilemiş, kâr maksimizasyonunu öncelikli hedef olarak gören yeni tip toprak sahipleri bu süreçte yükselişe geçmiştir.
  • Placeholder
    Publication
    Çorlulu Zarifî’nin Râhatü’l-Ervâh’inda aşk Ve aşık: “mihr ü mahabbet ve ışk u meveddet beyânındadur
    (Mehmet Dursun Erdem, 2010) Department of Comparative Literature; Taşkın, Gülşah; Teaching Faculty; Department of Comparative Literature; College of Social Sciences and Humanities; 104767
    Love has been one of the main sources of the creativity for poets and it has been located in a central place in many literary traditions. Classical Ottoman literature has been a primary literary tradition among the others that have always perceived love -either secular or divine- as a central subject. In this article, the last part of Râhatü’l-ervâh by Çorlulu Zarifî (Zarifi from Çorlu), who is a Classical Ottoman poet of the sixteenth century, is examined. The last part of his work, the theme of which is love, is analyzed and through this analysis the poet’s understanding of “love” and his thoughts on “lover” are interpreted. / Aşk, her dönemde edebiyatçıların, özellikle de şairlerin yaratıcılıklarını besleyen en önemli kaynaklardan biri olmuş ve birçok edebî geleneğin merkezinde konumlandırılmıştır. İster beşerî, ister ilahî olsun aşkı, her zaman edebiyatın merkezine koyan edebî geleneklerin başında Klasik Osmanlı edebiyatı gelir. Bu makalede de, on altıncı yüzyıl Klasik Osmanlı şairlerinden biri olan Çorlulu Zarifî’nin, Râhatü’l-ervâh adlı eserinin aşka ayrılmış son bölümü incelenecek ve bu bölüm üzerinden şairin aşk anlayışı ve âşıkla ilgili düşünceleri değerlendirilecektir.
  • Placeholder
    Publication
    Ecocritical approaches to literature: ecopoetry and Elif Sofya
    (Selçuk Üniversitesi, 2016) Department of Comparative Literature; Department of Comparative Literature; Dolcerocca, Özen Nergis; Ergin, Meliz; Faculty Member; Faculty Member; Department of Comparative Literature; College of Social Sciences and Humanities; College of Social Sciences and Humanities; 237469; 101428
    The goal of this study is to shed light on the field of ecocriticism, which studies the relationship between literature and the environment, and to emphasize its importance for contemporary Turkish literature. First, we will discuss how ecocriticism emerged as a field in the 1990s and explain the different areas of study it includes. We will then elaborate on the similarities and differences between econarratives and nature writing in order to underscore the scope and the purpose of the ecocritical approach. In the final two parts of our essay, we will particularly focus on ecopoetry and the tradition of ecopoetics, and offer a reading of the contemporary poet Elif Sofya's work, Dik Âlâ, from an ecopoetic perspective. We will conclude the article by stressing the increasing importance of ecocriticism around the world and calling attention to the need for ecological readings of Turkish literature. / Öz: Bu çalışmanın amacı edebiyat ve çevre ilişkisini öne çıkaran ekoeleştiri alanına ışık tutmak ve bu alanın çağdaş Türk edebiyatı için önemini irdelemektir. Öncelikle ekoeleştiri alanının 1990'lı yıllarda akademide nasıl ortaya çıktığına ve ne tür çalışmaları kapsadığına değinilecek. Daha sonra bu çalışma alanının amacını ve kapsamını vurgulamak için eleştirel bir gözle yazılan ekoyazın ile doğa yazını arasındaki benzerlikler ve farklılıklar incelenecek. Çalışmanın son iki bölümünde ekopoetika geleneğinden ve ona bağlı ortaya çıkan yeni ekoşiir örneklerinden bahsedilerek, çağdaş şair Elif Sofya'nın Dik Âlâ başlıklı eserinin bu mercekten bir okuması sunulacak. Makale bu alanın ülkemizde ve dünyada artmakta olan önemini vurgulayarak ve Türk edebiyatında ekolojik okumalara duyulan ihtiyaca dikkat çekerek sonuçlandırılacak.
  • Placeholder
    Publication
    Reading's motions: from Robertson's nilling to Derrida's sovereignties
    (Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017) Department of Comparative Literature; Ergin, Meliz; Faculty Member; Department of Comparative Literature; College of Social Sciences and Humanities; 101428
    This essay examines the movement set in motion by reading to formulate the act of reading as an experience that transforms both the identity of the reader and the significations gathered in a text. I first focus on the Canadian poet-essayist Lisa Robertson’s Nilling: prose (2012) to discuss “where” we go when we read and what happens to readerly identity during the act of reading. I then turn to Derrida’s work to study the implications that reading’s motions have on the rapport between text and reader. I argue that both Robertson and Derrida highlight the importance of reading in initiating a dialogue/pact between text and reader. They formulate an ethics of reading through an analysis of this pact, which foregrounds the dialogic nature of thinking and being. The pact between reader and text, self and alterity, is mutually binding and keeps them both suspended, postponing any closure of meaning. I furthermore demonstrate that Robertson and Derrida define reading by practicing it. As Robertson defines it, by staging a reading of Hannah Arendt and Pauline Réage, and as Derrida defines it by reading Paul Celan, they become enfolded in a multi-referential reading community. They place emphasis on the vitality of multiple, often illegible, agencies at work in textual encounters, and assert that readerly identity and textual meaning find the source of their creative potential in this illegibility. The essay develops a poetic-philosophical approach to theories of reading, and contributes to the existing scholarship on theories on authorship/readership and textual interpretation. /Öz: Bu makalenin amacı, okuma eyleminin ortaya koyduğu devinimi irdelemek ve bununla ilişkili olarak okuma eylemini hem okuyucunun kimliğini hem de metnin anlamını dönüştüren bir tecrübe olarak tanımlamaktır. Öncelikle Kanada’lı şair-denemeci Lisa Robertson’ın Nilling: prose (2012) başlıklı eserinden yola çıkarak okuma esnasında “nereye” gittiğimizi ve okuyucunun kimliğine ne olduğunu tartışacağım. Daha sonra Derrida’nin eserlerine yoğunlaşarak okumanın deviniminin metin-okuyucu arasındaki ilişkiyi nasıl etkilediğini analiz edeceğim. Robertson ve Derrida okuma eyleminin okuyucu ve metin arasında bir anlaşma/diyalog başlattığını öne sürerler. Ayrıca düşünme ve varolmanın diyalojik yönünü vurgulayan bu anlaşmayı analiz ederek bir okuma etiği ortaya koyarlar. Metin-okuyucu, öz-başkalık arasındaki bu anlaşmanın iki tarafı da askıda tutan ve anlamın kapanmasını erteleyen, karşılıklı bağlayıcı bir diyalog olduğunu göstereceğim. Buna ek olarak, Robertson ve Derrida’nın okuma eylemini, onu pratik ederek tanımladığını ileri süreceğim. Robertson Hannah Arendt ve Pauline Réage’yi okuyarak, Derrida Paul Celan’ı okuyarak çok referanslı bir okur topluluğunun parçası olurlar, ve bu sayede okumanın nasıl tanımlanabileceğini birer okuyucu olarak gösterirler. Metinsel karşılaşmalarda çoğul ve okunaksız öznelliklerin varlığına dikkat çekerek, okuyucu kimliğinin ve metinsel anlamın yaratıcı potansiyelinin bu okunaksızlıktan ileri geldiğini savunurlar. Bu makale, okuma teorilerine şiirsel-felsefi bir yaklaşım sergileyerek, yazarlık/okurluk ve metinsel analiz çalışmalarına katkı yapmaktadır.
  • Placeholder
    Publication
    Reimagining the epic: historical and collective memory in Nâzım Hikmet and Pablo Neruda
    (Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 2016) Department of Comparative Literature; Dolcerocca, Özen Nergis; Faculty Member; Department of Comparative Literature; College of Social Sciences and Humanities; 237469
    This article explores historical and collective memory in Nazim Hikmet’s Human Landscapes from My Country and Pablo Neruda’s Canto General, bringing these two books of poetry together in their pursuit of a new epic poetry in the aftermath of the Second World War. Hikmet’s Landscapes is a collection of poems in the form of a biographical dictionary that profiles ordinary people’s lives in an encyclopedic manner. The poem is an Account of the history of the twentieth century from the perspectives of multiple characters in Turkey. It presents an alternative history centered on the lives of ordinary people, bringing human experience into the center of the historical narrative that spans nearly half a century from 1908 to 1950, with a vast geographic sweep from villages of Anatolia to Europe and Moscow. In 1950, the year Hikmet completed Landscapes, Pablo Neruda published Canto General, meaning General Song, in Mexico City, another extensive and unorthodox artistic project driven by the ambition to tell all; it is a general/communal song, about an entire history of a continent and of the world. Despite many differences in their works, the poetry of Hikmet and Neruda carry significant parallels that deepens our understanding of the poetry of engagement in the twentieth century. In this article, I discuss the epic elements in Nâzım’s Human Landscapes in relation to its political function as a critical historical memory, and at the same time, by drawing parallels from Neruda’s work I aim to place Landscapes in an international literary perspective. In his pursuit of a new epic, Hikmet created a poetic masterpiece that recounts the history of people through multiple perspectives, bringing together the past, present and future around the destiny of millions of human beings. Pablo Neruda also pursued a similar desire to give expression to a wide landscape and collective populace of America and created Canto General to satisfy “the need for a new epic poetry”. This expression of necessity to turn to the epic genre reveals both poets’ ambition to capture the community in its totality. This paper shows that Neruda’s struggle echoes that of Hikmet who seeks to find a new voice that would revolutionize modern poetry in its embrace of the epic and to create a sweeping chronicle which spans time and space, history and geography to form a self-contained vision of a country and its people. /Öz: Bu makale Nâzım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları ve Pablo Neruda’nın Canto General eserlerinde tarihi ve toplumsal hafızayı incelemekte ve bu iki metni İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni bir epik şiir arayışlarında bir araya getirmektedir. Hikmet’in Manzaralar’ı sıradan insanların hayatlarını ansiklopedik bir biçimde anlatan biyografik sözlük halinde bir şiir koleksiyonundan oluşur. Şiir yirminci yüzyıl tarihinin Türkiye’deki farklı izleyicilerin bakış açısından anlatılır. Eser merkezinde insan deneyiminin olduğu, 1908’den 1950’ye yarım yüzyılı ve Anadolu’dan Avrupa ve Moskova’ya geniş bir coğrafyayı kapsayan bir tarihsel anlatıdır. Hikmet’in Manzaralar’ı yazmayı bitirdiği yıl olan 1950’de Pablo Neruda ‘genel şarkılar’ anlamına gelen Canto General’i Meksika’da yayımlar. Bu, her şeyi anlatma arzusuyla yola çıkan geniş kapsamlı ve geleneklere aykırı bir eser; bir kıtanın ve dünyanın tüm tarihi üzerine genel ve toplumsal bir şarkıdır. Eserlerindeki pek çok farklılıklara rağmen, Hikmet ve Neruda’nın şiiri yirminci yüzyıl politik edebiyat anlayışını derinleştirecek önemli benzerlikler gösterir. Bu makale Nâzım Hikmet’in Manzaralar’ı üzerine odaklanarak, eserin epik unsurlarının eleştirel tarihi hafıza içindeki politik işlevini tartışacak. Çalışma aynı zamanda Hikmet ve Neruda’nın eseriyle benzerlikler çizerek Manzaralar’ı uluslararası edebiyat perspektifi içerisinde değerlendirecek. Yeni bir epik arayışı ile, Hikmet bir halkın tarihini farklı açılardan anlatan; geçmişi, şimdiyi ve geleceği milyonlarca insanın kaderinde bir araya getiren bir başyapıt yaratmıştır. Pablo Neruda da benzer bir arayışla Amerika kıtasının geniş manzarasına ve halk kitlelerine ses verecek Canto General’i “yeni bir epik şiir gerekliliği” üzerine yazmıştır. Epik türüne dönüşün her iki şair için de kaçınılmazlığı, ikisinin de toplumu bir bütün olarak yakalama tutkusunun bir sonucudur. Bu çalışma Neruda’nın edebi mücadelesinin Hikmet’inki ile nasıl birleştiğini; her ikisinin de modern şiiri kökten değiştirecek yeni bir ses bulmak amacıyla epiğe yöneldiğini; zaman ve mekanı, geniş bir tarih ve coğrafyayı birleştiren geniş kapsamlı bir tarih yazarak bir ülkenin ve insanlarının bir bütün halinde betimlediklerini gösterecek.