Researcher: Karaşahin, Yasin Alperen
Name Variants
Karaşahin, Yasin Alperen
Email Address
Birth Date
8 results
Search Results
Now showing 1 - 8 of 8
Publication Metadata only İflasın açılmasının, iflasın ertelenmesinin ve konkordatoda verilen mahkeme kararlarının zamanaşımı yönünden etkileri(Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, 2018) N/A; N/A; Karaşahin, Yasin Alperen; Faculty Member; Law School; 257378Bankruptcy has important effects on the prescription (statute of limitations) of the receivables and debts of the bankrupt person. The prescription period for a receivable, which belongs to the bankrupt person and constitutes a part of the bankruptcy estate, is suspended until ten days after the second creditors’ meeting, if this receivable was claimed in a lawsuit filed prior to the opening of bankruptcy. The opening of bankruptcy has also some effects on bankruptcy receivables, which consist of the debts of the bankrupt person at the time of the opening of bankruptcy. The prescription of these receivables is interrupted by the submission of the claim against the bankruptcy estate and the new prescription period begins after the revocation or closure of bankruptcy. Furthermore, the issuance of the certificate of insolvency increases the prescription period to twenty years. If a bankruptcy receivable was claimed in a lawsuit filed prior to the opening of bankruptcy, the prescription is suspended until ten days after the second creditors’ meeting. In postponement of bankruptcy and composition proceedings, some court decisions also affect prescription. In case bankruptcy is postponed or a composition period is granted by the court, the prescription is suspended for all receivables against the debtor except those with a priority in the first degree. The same effect arose when the court granted an injunction in proceedings for the postponement of bankruptcy or the approval of the composition agreement. / İflâsın açılması, müflisin alacaklarının ve borçlarının zamanaşımı açısından önemli sonuçlar doğurmaktadır. Müflise ait olan ve iflâs masasına giren bir alacak iflâsın açılmasından önce dava konusu yapıldıysa, bu alacak için zamanaşımı adi tasfiyede ikinci alacaklılar toplanmasından on gün sonraya kadar durur. İflâsın açılmasının, müflisin iflâsın açılması anında mevcut olan borçlarından oluşan iflâs alacaklarının zamanaşımı üzerinde de etkileri vardır. Bu alacakların zamanaşımı iflâs masasına başvuru üzerine kesilir ve yeni zamanaşımı süresi iflâsın kaldırılması veya kapanmasından sonra işlemeye başlar. Ayrıca, iflâsın tasfiyesi sonucunda borç ödemeden aciz belgesinin düzenlenmesi, zamanaşımı süresini yirmi yıla çıkarır. İflâsın açılmasından önce dava konusu yapılan iflâs alacaklarının zamanaşımı, ikinci alacaklılar toplanmasından on gün sonraya kadar durur. İflâsın ertelenmesi ve konkordato usulünde de mahkemenin kararları zamanaşımını etkiler. İflâsın ertelenmesi veya konkordato mühleti verilmesi durumunda, birinci sırada yer alan rüçhanlı alacaklar hariç, bütün alacaklar için zamanaşımı durur. Aynı sonuç, iflâsın ertelenmesi veya konkordatonun tasdiki başvurusu yapılması üzerine mahkemenin tedbir kararı vermesi durumunda da doğardı.Publication Metadata only Borcun kapsamına ve riskin paylaşılmasına dair anlaşmaların sorumsuzluk anlaşmalarından ayırt edilmesi sorunu(Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, 2019) N/A; N/A; Önay, Işık; Karaşahin, Yasin Alperen; Faculty Member; Faculty Member; Law School; Law School; 122220; 257378The validity of exemption clauses is limited by mandatory provisions. The scope of application of these mandatory provisions is disputed in the doctrine and causes uncertainties in practice. It is disputed whether clauses about the extent of the obligation and clauses about the allocation of risks, which constitute the focus of this paper, are within the scope of application of the mentioned mandatory provisions. The aims of the paper are first to distinguish these latter clauses conceptually from exemption clauses and then to evaluate whether the mandatory provisions about exemption clauses should be applied to them. It will be argued that the statutory limitations to exemption clauses should not be applied to clauses about the extent of the obligation and that the latter type of agreement should be considered valid based on the freedom of contract. If the clause relates to the duty of care in service contracts, a distinction should be made. Agreements that concretize how the service is to be provided are valid. on the other hand, agreements that purport to abolish the duty of care of the service provider in a general and abstract manner should be construed as exemption clauses and considered valid only within the limitations provided for them. A distinction has to be made when determining whether the mandatory provisions about exemption clauses are applicable to clauses about the allocation of risks, which can be found in banking contracts, construction contracts and contracts with fiduciary directors. If the occurrence of the risk constitutes at the same time a breach of a duty of the party that abstains from assuming that risk by agreement, the agreement is an exemption clause and subject to the limitations provided for them. In other cases, such agreements should be considered valid. / Sorumsuzluk anlaşmalarının geçerliliği emredici düzenlemelerle kısıtlanmıştır.Anılan emredici düzenlemelerin uygulama alanının kapsamı öğretide tartışmalı olupuygulamada da tereddüt uyandırmaktadır. Bu çalışmanın odak noktasını, sorumsuzlukanlaşmalarına ilişkin emredici düzenlemelerin kapsamına girip girmediği tartışmalıolan borcun kapsamına dair anlaşmalar ile riskin paylaşılmasına dair anlaşmalaroluşturmaktadır. Çalışmanın amacı, ilk aşamada bu anlaşmaların sorumsuzlukanlaşmalarından kavramsal olarak ayırt edilmesi, sonrasında da sorumsuzlukanlaşmalarına ilişkin sınırlamaların bu anlaşmalar bakımından uygulanıpuygulanmayacağının tespit edilmesidir. Çalışmada sorumsuzluk anlaşmalarınailişkin sınırlamaların borcun kapsamına dair anlaşmalara uygulanamayacağı, butür anlaşmaların sözleşme serbestîsi uyarınca geçerli kabul edilmesi gerektiğisavunulmaktadır. Taraflarca yapılan anlaşmanın iş görme sözleşmelerinde özenborcuna ilişkin olması hâlinde bu çalışmada benimsenen görüşe göre bir ayrımyapılmalıdır. Tarafların işin nasıl görüleceğini somutlaştırdığı anlaşmalar geçerlikabul edilmelidir. Buna karşılık iş görmeyi taahhüt edenin özen borcunu soyutolarak kaldırmayı amaçlayan anlaşmaların ancak sorumsuzluk anlaşması olarakyorumlanması ve bunlara ilişkin sınırlar çerçevesinde geçerli kabul edilmesimümkündür. Uygulamada özellikle bankacılık sözleşmeleri, inşaat sözleşmeleri veinançlı yönetim sözleşmelerinde rastlanan riskin paylaşılmasına ilişkin anlaşmaların,sorumsuzluk anlaşmalarına ilişkin emredici düzenlemelere tabi olup olmayacağını değerlendirirken bir ayrım yapılmalıdır. Taraflarca tanımlanan riskin gerçekleşmesi,aynı zamanda riski üstlenmeyen taraf bakımından bir borca aykırılık oluşturuyorsayapılan anlaşma sorumsuzluk anlaşması niteliğindedir ve buna ilişkin sınırlamalaratabidir. Bunun dışında kalan hâllerde bu tür anlaşmalar geçerli kabul edilmelidir.Publication Metadata only Contractual time limits to commence arbitration(Kluwer Law Int, 2020) N/A; N/A; Karaşahin, Yasin Alperen; Faculty Member; Law School; 257378Arbitration and multi-tier dispute resolution clauses may contain a time limit to commence arbitration. The expiry of such a time limit could have different legal results. First, it could make the arbitration clause ineffective. Second, it could extinguish the claim or prevent its enforcement through legal proceedings. In the latter case, the contract provision about the time limit would have to be examined with regard to its compliance with mandatory provisions of the law applicable to limitation periods. Even the determination of the law applicable to limitation periods causes considerable difficulty. It is another difficult issue to determine which provisions of the law applicable to limitation periods are mandatory and, if so, whether the contract provision complies with the limits of the law. Once it is established that the contract provision is valid, the acts necessary to prevent the expiry of the time limit would have to be examined.Publication Metadata only Party autonomy in the law of extinctive prescription from the 19th century doctrine on Ius commune until the present(Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2020) N/A; N/A; Karaşahin, Yasin Alperen; Faculty Member; Law School; 257378In the legal systems of Continental European countries, there are mandatory provisions that limit party autonomy – more or less – in the law of extinctive prescription. The issue of contractual regulation of extinctive prescription was discussed in the 19th century doctrine on ius commune. Whereas opinions in both directions were argued at the first half of the 19th century, the view that party autonomy should be limited in the law of extinctive prescription has prevailed in the second half of the mentioned century. This view has been based on the idea that extinctive prescription protects public interests and has been accepted even after European codifications. The examination of the 19th century sources on ius commune shows that this view has to be scrutinized critically. As revealed by such an examination, the mentioned view could be traced back to the fact that the different meanings of the concept of ius publicum, which was used in Roman sources, were intertwined in the 19th century. A view, which is accepted increasingly in the doctrine and has affected amendments in European codifications, states that extinctive prescription protects private interests of the debtor instead of public interests and that the parties should therefore be given a wider (however not unlimited) autonomy to regulate prescription. / Kıta Avrupası hukuk düzenlerinde zamanaşımı alanında irade serbestisini – az veya çok – sınırlayan emredici hükümler bulunmaktadır. Zamanaşımının sözleşme ile düzenlenmesi meselesi, ilk olarak müşterek hukuk doktrininde tartışma konusu olmuştur. 19. yüzyılın ilk yarısında bu konuda iki yönde de görüşler savunulurken, söz konusu yüzyılın ikinci yarısında zamanaşımı alanında irade serbestisinin sınırlanması görüşü hâkim olmuştur. Bu görüş zamanaşımının kamu yararını koruduğu düşüncesine dayandırılmıştır ve Kıta Avrupası ülkelerinde kanunlaştırma hareketlerinden sonra da savunulmuştur. Müşterek hukuka dair kaynakların incelenmesi, bu görüşün sorgulanması gerektiğini göstermektedir. Bu tür bir inceleme, söz konusu görüşün Roma kaynaklarında kullanılan ius publicum kavramına 19. yüzyılda verilen değişik anlamların iç içe geçmiş olmasından etkilenmiş olabileceğini göstermektedir. Doktrinde giderek artan bir şekilde kabul edilen ve Kıta Avrupası kanunlarında yapılan değişikleri de etkileyen bir görüş, zamanaşımının kamu yararını değil, borçlunun özel yararını koruyan bir müessese olduğunu; bu nedenle de, zamanaşımını düzenleme konusunda taraflara daha geniş (ama sınırsız olmayan) bir irade serbestisi tanınması gerektiğini savunmaktadır.Publication Open Access Legal position of third party in transfer of indirect possession by an agreement between transferor and transferee compared to lessee in case of transfer of leased property(İstanbul Üniversitesi Yayınevi, 2021) N/A; Karaşahin, Yasin Alperen; Law School; 257378In Turkish and Swiss law, if a bailee (third party) is in possession based on a legal relationship with the bailor, the bailor (transferor) can transfer the indirect (constructive) possession by an agreement with the transferee without the consent of the third-party bailee. The Turkish Civil Code (CC) - like the Swiss Civil Code - contains some provisions intended to prevent any negative effect from such an agreement on the interests of the third party. First, the transfer of indirect possession by agreement between transferor and transferee has no legal effect on the third party until that party is notified by the transferor (Article 979/11 of Turkish Civil Code [CC]). This period of ineffectiveness ends upon notice to the third party. However, the third party can refuse delivery to the transferee based on the same defenses that could be invoked against the transferor (Article 979/III CC). Contrary to the prevailing view in Turkish and Swiss literatures, this study argues that the above-referenced provision allows the third party to invoke defenses based on personal rights besides those based on property rights. However, this provision is only applicable to the transfer of indirect possession of chattel. In contrast to a recent opinion in Swiss literature, notice of the transfer does not cause the transferee to become a new party to the legal relationship between the original third-party bailee and transferor. Turkish and Swiss law includes only a provision about lease contracts to that effect. This provision is applicable with regard to the lease of personal and real property. However, in contracts for the lease of chattels, Article 979/III CC, as interpreted in this study, would have been sufficient to protect the lessee's interests without a disproportionate interference in the freedom of contract. / Türk ve İsviçre hukuklarında, zilyetliğin havalesi, özel bir hukukî ilişkiye dayanarak eşyaya zilyet olan üçüncü kişinin rızası aranmaksızın, devreden ile devralan arasında yapılan bir sözleşme ile devralana dolaylı zilyetlik kazandırılması imkânını yaratmaktadır. Üçüncü kişinin rızası olmaksızın yapılan bu işlemin onun menfaatlerini ihlâl etmemesi için kanunda bazı düzenlemeler yer almaktadır. Türk Medenî Kanunu’nun 979. maddesinin 2. fıkrasına göre, zilyetliğin havalesi, üçüncü kişiye devreden tarafından bildirilmesinden önce üçüncü kişi açısından hüküm ve sonuç doğurmamaktadır. Bu hüküm ile öngörülen nisbî etkisizlik, üçüncü kişiye yapılan bildirim ile sona ermektedir; dolayısıyla üçüncü kişiye geçici bir koruma sağlamaktadır. Türk Medenî Kanunu’nun 979. maddesinin 3. fıkrasına göre, üçüncü kişi devredene karşı ileri sürebildiği savunmalara dayanarak eşyayı devralana teslimden kaçınabilir. Türk ve İsviçre oktrinlerinde hâkim olan görüşün aksine, bu hüküm aynî hakka dayanan savunmaların yanında şahsî (nisbî) hakka dayanan savunmaların da devralana ileri sürülmesine imkân vermektedir. Söz konusu düzenleme, hükmün sözünde açıklık olmasa da, sadece taşınırlar üzerinde devralana aynî hak kazandırılması için zilyetliğin devri gereken hâllerde uygulanmalıdır. İsviçre doktrininde savunulan yeni görüşün aksine, zilyetliğin havalesinin bildirimi üzerine, üçüncü kişi ile devreden arasındaki ilişkide devredenin yerini devralanın alması söz konusu değildir. Türk ve İsviçre hukuklarında, kira sözleşmesinin kurulmasından sonra kiralananın devri durumunda, devreden yerine devralanın kiraya veren olması yönünde açık bir düzenleme yer almaktadır. Bu düzenleme kiralananın taşınır veya taşınmaz olması açısından bir fark getirmemektedir. Bu makalede savunulan görüşe göre, kira sözleşmesine dair özel hüküm olmasaydı bile, kiralanan taşınırın mülkiyetinin zilyetliğin havalesi ile devri durumunda üçüncü kişi (kiracı) kiralananı kira süresinin sonuna kadar teslimden kaçınabilirdi. Bu nedenle, taşınır kiraları açısından kiralananın devrine dair özel düzenleme, kiracının irade serbestîsine ölçüsüz bir müdahale teşkil etmektedir.Publication Open Access Contractual time limits to commence arbitration(Kluwer Law International, 2020) N/A; Karaşahin, Yasin Alperen; Law School; 257378Arbitration and multi-tier dispute resolution clauses may contain a time limit to commence arbitration. The expiry of such a time limit could have different legal results. First, it could make the arbitration clause ineffective. Second, it could extinguish the claim or prevent its enforcement through legal proceedings. In the latter case, the contract provision about the time limit would have to be examined with regard to its compliance with mandatory provisions of the law applicable to limitation periods. Even the determination of the law applicable to limitation periods causes considerable difficulty. It is another difficult issue to determine which provisions of the law applicable to limitation periods are mandatory and, if so, whether the contract provision complies with the limits of the law. Once it is established that the contract provision is valid, the acts necessary to prevent the expiry of the time limit would have to be examined.Publication Open Access Transfer of the rights on consolidated lands onto the new land(Ankara Üniversitesi, 2021) N/A; Önay, Işık; Karaşahin, Yasin Alperen; Faculty Member; Law School; 122220; 257378Land consolidation is divided into voluntary consolidation and compulsory consolidation based on whether the consent of the owner(s) of land is required. Compulsory consolidation takes place especially in case of land arrangement based on zoning rules and consolidation of agricultural land. In case consolidation is made by an administrative act based on public law rules, the transfer of real (proprietary) rights and personal rights that are annotated in the land registry can cause complex problems. The Turkish Civil Code contains only provisions about the transfer of security interests onto the new land. The practice of land registry administrations does not comply with the spirit and purpose of this provision. The method suggested in the academic literature is in compliance with this provision. However, it requires complex calculations and cannot provide adequate solutions to all relevant problems. In this article, an alternative method is proposed. In all cases, i.e. even if the consolidated lands are owned by the same person, ownership with shares*** should be established on the new land. The rights on the previous land should be transferred onto the respective shares of the new land to the extent possible. / Taşınmazların birleştirilmesi, taşınmazların malik(ler)inin rızasına dayanıp dayanmamasına göre, iradi birleştirme ve zorunlu birleştirme olarak ikiye ayrılmaktadır. Zorunlu birleştirmeler, özellikle imar mevzuatına dayanan arazi ve arsa düzenlemelerinde ve tarım arazilerinin toplulaştırılmasında söz konusu olmaktadır. Kamu hukuku kurallarına dayalı olarak idare tarafından alınan kararla yapılan bu tür birleştirmelerde, önceki taşınmazlar üzerindeki sınırlı ayni hakların ve şerh edilmiş kişisel hakların yeni taşınmaza aktarılması karmaşık sorunlar doğurabilmektedir. Türk Medeni Kanunu, birleştirilen taşınmazlar üzerindeki hakların yeni taşınmaza aktarılmasını sadece rehin hakları bakımından düzenlemektedir. Tapu müdürlüklerinin uygulaması, bu hükmün yorum yoluyla belirlenen anlam ve amacına uygun değildir. Öğretide önerilen yöntem, söz konusu kanun hükmüne uygundur; ancak hem karmaşık hesaplamalar yapılmasını gerektirmekte hem de rehin hakları dışındaki hakların ve boş rehin derecelerinin mevcudiyeti hâlinde yetersiz kalmaktadır. Bu makalede, birleştirme sonucunda oluşan taşınmaz üzerinde her hâlükârda (birleştirilen taşınmazların mülkiyeti aynı kişiye ait olsa bile) paylı mülkiyet kurulması ve önceki taşınmazlar üzerindeki hakların mümkün olduğu ölçüde o taşınmazların yerini alan paylara aktarılması önerilmektedir.Publication Open Access Anne ve babası boşanan çocuğun soyadı ile ilgili Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru kararları hakkında ilk değerlendirmeler(2017) N/A; Karaşahin, Yasin Alperen; Law School; 257378